Yeni Eğitim Öğretim yılı başlarken, ben bir eğitimci olmamakla birlikte haddim olmayarak okuma – yazma konusunda kalem oynatmak istedim.
Hüseyin Çelik Milli Eğitim Bakanı iken, Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) Başkanı arasında bir polemik yaşanmıştı. Çocukların, bırakın dilekçe falan yazmayı, iki satır bir yazı yazmaktan aciz bir şekilde Üniversiteye başladığından şikâyet eden YÖK Başkanı'na; Bakan Bey, onları yetiştiren de senin Üniversitelerin cevabını vermişti. Bir kısır döngü vesselâm.
Nerde bizim zamanımızdaki öğretmenler desem, şimdiki öğretmenler alınabilir. Doğrudur. Bizim öğretmenlerimiz öğrenci yetiştirmek için eğitim alıyorlardı. Rastladığınız, tanıdığınız bir öğretmene sorun, hangi yüksekokulu bitirdiğini. Birçok Fen ve Edebiyat Bölümü mezunu bir yana, işletme, iktisat, jeoloji vb. daha nice yüksek okul mezunu gencimiz, iki-üç haftalık Pedagojik Formasyon (Eğitim Bilimi Oluşturma) alarak, Milli Eğitimin Öğretmen ihtiyacını karşılamış, daha doğrusu kapağı devlete atmışlardır. Bunda gençlerimizin günahı yok. 90 yıllık Cumhuriyet Tarihimizde Milli Eğitimin halâ bir sisteme oturtulmadığı acı gerçeği yatar. Basından,TOEG (Temel Öğretimden, Orta Öğretime Geçiş Uygulaması) Sınavı sonucu, liselere yerleştirmede yaşanan karmaşayı izliyorsunuzdur. 4. Sınıfı bitirip, 5'e (Ortaokul) başlayacak çocuklarımızın yerleşeceği okullar Ödemiş, Tire, Bayındır gibi ilçelerde nisbeten sorun yaratmasa da, bırakın İzmir, İstanbul'u; Manisa, Balıkesir gibi illerde velilerin (dolayısıyla çocuklarımızın) çektikleri, çekecekleri çileyi varın siz hesap edin. Akıllı Tahta imiş, Tablet Bilgisayar imiş (Fatih Projesi) geçiniz efendim. 90 yıllık Cumhuriyet Tarihinde bir esasa oturtulamayan Eğitim Sistemimiz, tam bir ört ki, ölem durumudur. 
   Gelelim Okuma – Yazmaya..
“Okumayan Yazamaz” derdi, Lise Edebiyat Hocamız Lütfü Bey. Ne kadar da haklı imiş. Bize yazmayı o sevdirmişti, tabii okumayı da, ilk okulun olmazsa olmazı belleten öğretmenlerimiz. Nur içinde yatsınlar. Belki iddialı bir söz olacak ama, yukarıdaki Edebiyat Hocamızın vecize değerindeki sözüne bir atıf da, ben yapmak isterim: “Yazmayan, yazamayan, yazma arzusu duymayan insanlar okumaz.” Yazar falan olmak şart değil..
Açıklayayım efendim:
Okulda, okumayı yazmayı öğreniriz. Okumayı öğrettikten sonra, daha başka şeyler okuturlar, daha fazla okumamızı isterler. Bu okuma faslı. Peki, yazmayı öğrettiklerinde bize ne yazdırdılar? Çocuklara soruyorum, Kompozisyon yazmak da yok artık. Öğretmenlerimiz, yazmayı öğrenen çocuklarımıza acaba şimdilerde ne yazdırıyorlar? Yazma arzusunu uyandıracak, yazma alışkanlığını kazandıracak bir şeyler veriliyor mu acaba çacuklarımıza? Kompozisyon da kalkmış.. Yazmayı bilmek çalakalem bir şeyler karalamak değildir ki! Çocuk mektup yazmayı, dilekçe yazmayı bilmiyor ki, hayatının en büyük eksiği olan Aşk Mektubu'nu nasıl yazsın? Ne yazık ki, günümüz çocuğu, genci; kendi duygularını, düşüncelerini yazmayı artık bilmiyor. İşte bu çocuklara bizler de zorla bir şeyler okutturmaya çalışıyoruz. Üniversite okumayı kazanan gençlerden kaçı acaba Reşat Nuri'nin Çalıkuşu'nu bırakın okumayı, romanın adını duydu mu acaba? Bu çocuklar, düşünce üretme eğitiminden mahrum yetiştiler. Bu düşünce eğitimi veremediğimiz çocuğa ne yapsak okumayı sevdiremiyoruz..Benim bu yazdıklarımın hiçbir yerden-kişiden makes bulacağını (yankılanma) sanmıyorum zaten. Meselâ; yazdıklarımı, gelmiş geçmiş Milli Eğitim Bakanlarına, siyasilere göndersem muhatap bile almazlar. Çünkü onlar çok ciddi ve çok büyük siyasi meselelerimizle meşguldürler!
Çocuklara, gençlere bir gaye, bir ideal sahibi olmayı niye öğretemiyoruz. Çok mu zor? Yüce idealler, hamasi nutuklarda kaldı ne yazık ki! Havaya üflenen siyasetçi nutuklarında…Bu siyasiler hiç aldırış etmediler, çocuklarımızın, geçlerimizin bu hayati eksikliklerine. Bu kadar zor mu idi? Asla değil. Sorumluluğu da, günahı da Milli kelimesini bastıra bastıra kullanıp da içini dolduramadığımız, Milli olmaktan uzak Eğitim sistemimizle yıllardır oynayanlarındır…
Saygılarımla.