Cumhuriyet gazetesi, CHP kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu'na rakip olan CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'ın yazılarının ocak ayına kadar yayınlanmayacağını açıklamıştı.

Cumhuriyet, Kılıçdaroğlu'nun tek başına girdiği seçimde genel başkan seçilmesine rağmen Balbay'ı kapının önüne koydu. CHP'li Balbay, genel başkanlık yarışında delegelerden yeterli oyu alamadığı için genel başkan adayı olamamıştı.Cumhuriyet gazetesi, daha önce de Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştridiği gerekçesiyle Bedri Baykam'ın yazılarına sansür uygulamıştı.

CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay'ın Cumhuriyet gazetesinde yazılarına son verilirken, Balbay'ın 1 Şubat'ta gazeteye gönderdiği yazı yayımlanmadı. 

Balbay, gazetecilerin, “Cumhuriyet’te yeniden yazmaya ne zaman başlayacaksınız" sorusuna şu karşılığı verdi:

"8 Kasım günü gazetedeki köşemde 'izindeyim' başlıklı yazıyla okurlardan ocak ayı sonuna dek izin almıştım. 25 Ocak'ta Cumhuriyet Vakfı başkanını arayıp şubat başında yazılara başlamak istediğimi söyledim. 1 Şubat pazartesi günü "yeniden merhaba" başlıklı yazımı gönderdim. Genel yayın yönetmen yardımcısına bilgi verdim.  'İcra kurulu başkanı Akın Bey sizinle ilgili bir karar alındığını söyledi' karşılığını aldım. Bana hiçbir şey söylenmediğini, izne ayrılırken söz verdiğim gibi şubat başında yeniden yazı gönderdiğimi anlattım. Biraz sonra bana döneceğini söyledi. Aradı ve ‘Vakıf yönetimi siz  izindeyken karar almış. Aktif siyaset yapanlar artık yazı yazmayacakmış' dedi. Bunun doğruluğu yanlışlığı bir yana, en azından bana bilgi verilmesi gerekirdi."

Balbay bunun üzerine icra kurulu başkanıyla konuştuğunu ve kendisiyle şu düşünceleri paylaştığını açıkladı:

"Cumhuriyet bir fikri gazetesi. Kurucusu Yunus Nadi, devamında Nadir Nadi milletvekilliği de yaptı. Yakın geçmişte ve hem milletvekili olup hem köşe yazısı yazanlar vardı. Bugün öteki gazetelerde de milletvekili yazarlar var. Sadece Birgün gazetesinde üç CHP milletvekili yazı yazıyor. Hal böyleyken benim izinli olduğum dönemde böyle bir karar almak üstelik de haber vermemek gazetenin hiçbir ilkesiyle örtüşmüyor. Hem gazete sayfalarında insanların kendisinden habersiz karar alınıyor, haksızlık yapılıyor diyeceksiniz sonra da bana bunu yapacaksınız. Ben yüzünüze başka arkanızdan başka konuşmam. Bu tablo Cumhuriyet'te Fetoculuktan Kürtçülüğe kadar herşey serbest ama CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak diye özetlenecek bir tablodur. Üstelik ben bu gazete için bedel ödedim. Açın iddianameye benimle ilgili bölüm Cumhuriyet'le başlıyor Cumhuriyet'le bitiyor."

Balbay kendisiyle ilgili kararın yazılı olarak iletilmesini istedi. Gazete yönetimi buna önce evet sonra hayır dedi.

Balbay gazetecilerin bundan sonra yazı yazmak anlamında ne yapacaksınız sorusuna şu karşılığı verdi:

"Cumhuriyetçilerin birinci sorunu bugünkü iktidar değil, kendi arasındaki birlik beraberlik. Güçleri birleştirmek, kim nasıl katkı koyacaksa önünü açmak varken tersini yapıyoruz. Yine de karamsar değilim. Yazacak bir yer bulurum. Zira yazmazsam suç işlemiş gibi oluyorum. Yazmak ruhumuza işlemiş. Siyasi işlevim ne olursa olsun kalemi bırakmaktan yana değilim."

Balbay'ın gazeteye gönderdiği, yayımlanmayan "yeniden merhaba" başlıklı yazısı şöyle:

MUSTAFA BALBAY

GÜNDEM

Yeniden Merhaba...

8 Kasım pazar günü “İzindeyim” başlıklı yazıyla ocak ayı sonuna dek günlük yazılara ara verdiğimi duyurmuştum.

Yeniden merhaba...

Son üç aya neler sığdığını sıralasak sütun yetmez. Yazılara ara vermeden önce gazetemizin genel yayın yönetmenine telefon etmiş izin almıştım. Bunu da 8 Kasım tarihli izin yazısında şöyle paylaşmıştım:

Cumhuriyette gelenektir; genel yayın yönetmeninden ön izin alınır, ama asıl izin okurdan alınır...

Kasım ayı başında telefonla konuşup izin için anlaştığımız Genel Yayın Yönetmenimiz sevgili Can Dündar, Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’le birlikte 26 Kasım günü tutuklandı. Ertesi gün soluğu Silivri’de aldım. Onları yeni inşa edilen 9 nolu cezaevine koymuşlar. Burası bizim Silivri günlerimizde inşaat halindeydi. Görevliler, “bitince sizi oraya sevk edeceğiz” demişlerdi.

27 Kasım cuma günü öğleden sonra 9 nolu cezaevinin beton kokan açık görüş salonunda Can ve Erdem’le kucaklaştıktan sonra Can, o bildiğimiz gülümsemesiyle seslendi:

“Nöbeti biz devraldık...”

O günden beri her sabah güne sosyal medyada Can ve Erdem’le başlıyorum. Bu tutsaklığı kabul etmiyoruz. Alışmayacağız.

                                   *                      *                      *

Önümüzdeki bahar ayları boyunca Türkiye’nin iki ana gündemi olacak. Biri Erdoğan’ın öteki Türkiye’nin gündemi.

Erdoğan’ınki malum; başkanlık sistemi. Her şeyi dönüp dolaştırıp başkanlığa getiriyor.

Bir yandan parlamenter sistemin bittiğini söylüyor bir yandan da parlamentonun bir an önce başkanlık sistemine geçişin önünü açmasını istiyor.

Planına göre, Meclis başkanlık sistemiyle ilgili yasayı kabul edecek, tabii kendisi de onalayacak. Ama kesin kabul halk tarafından yapılacak. Halk oylamasının içine başkanlığın yanı sıra toplumun geniş kesimlerine sempatik gelecek maddeler de eklenecek.

Böylece toplu bir paket halinde halkın önüne konacak. Tıpkı 12 Eylül 2010 referandumunda olduğu gibi. Orada Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştiren iki madde önemliydi. Öteki maddeler işin süsüydü.

Kaldı ki o değişiklikten kısa bir süre sonra HSYK’dan yine yakınmaya başladılar .

Şimdi başkanlık sistemiyle ilgili benzer bir senaryo yazılıyor. Buna sadece muhalefet partilerinin değil, AKP milletvekillerinin de karşı çıkması gerekir. Hangi aklı başında milletvekili kendi işlevini sıfırlayacak bir değişiklikle evet der?

Halkın ana gündemi ise terör, iç barış ve bunlarla koşut seyreden ekonomi. 7 Haziranda umutla 1 Kasımda ise korkuyla oy veren seçmen 2016’ya endişeleri artmış olarak girdi.

                                   *                      *                      *

Hiç değişmeyen gündem ise hak, hukuk, adalet arayışı.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün gazeteye aktardıkları haber ve yorumlarından casusluk suçu üreten savcılığın İddianamesinin kamuoyuna duyurulduğu hafta, yıllardır süren askeri casusluk davasının son duruşması vardı. Bu duruşmada kararını açıklayan mahkeme başkanı söze şöyle başladı:

“Aslında bu davaya dijital terör davası demek gerekir...”

Bu sözün ardından tüm sanıkların beraat kararını açıkladı.

Yakın gelecekte Dündar-Gül Davası da aynı şekilde sonuçlanacak.

Son 7-8 yıldır Türkiye’nin gündeminde olan davalarda karanlık bir “delil üretim merkezinin” olduğunu herkes biliyor. Bunun bir bölümü ortaya çıktı. Dündar-Gül davasında ise delil üretme gereği de görülmemiş.

Ortaçağ’da kralların tutuklama yetkisi vardı. Kralın istediği kişi tutuklandıktan sonra sorarlardı; efendim bu kişiyi neyle suçlayacağız? Kral genellikle şu karşılığı verirdi:

- Hele zindana atın, ötesine sonra karar veririz.

Başkanlık sisteminin ne getireceğini hala merak eden varsa, hukuk sistemine göz atsın yeter.

 

 

 

Editör: Haber Merkezi