HABER: YÜKSEL BALCI

Atatürk ile beraber olan son kişi olarak kendini taktim eden 86 yaşındaki Hanri Benazus, Dünya Koleji’n de “ Başöğretmen Atatürk” konulu söyleşi gerçekleştirdi. Atatürk’ün 5000 adet değişik fotoğraflarının albümünü hazırlayan ve 3 bin adetini Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesine armağan eden Hanri Benazus’un, 64 yazılı kitabı bulunmaktadır.

Amerika’da bulunan Atatürk’e ait 2 kitabı satın almak için Amerika’ya giden, büyük masraflar yapan Benazus, Atatürk Vakfı kurma çalışmaları olduğunu belirtti. Atatürk’ün çeşitli yönlerini dile getiren ve Atatürk’le ilgili bilinmeyen soruları cevaplayan Benazus, 1 saate yakın konferansında “Bizler suçluyuz, Atatürk’ü yok ettik. Tabulaştırdık. Bizler Türk’ün Atatürk’ü olalım” sözleriyle Atatürkçülere mesaj vererek, büyük alkış topladı. Eşi Sevgi Tanrısever ile birlikte geldiği konferansta özellikle 7 yaş 7 aylıkken Atatürk’ün masasında bulunan leblebileri cebine nasıl koyduğunu ve daha sonra evlerinde 5 kardeşiyle bu leblebileri nasıl paylaştığını anlatması konferansın can alıcı noktasıydı.

Benazus’un ağzından işte bu leblebi hatırası:

“9 Ekim 1937 yılında, o zaman için 7 yıl 7 aylıktım. Yani 8 yaşındayım. Atatürk o günlerde “Nazilli Basma Fabrikasını” açıyor. O zaman, Basma Fabrikası Türkiye için büyük bir sanayi idi. Atatürk, Ege Manevraları, Askeri Manevraları izlemek üzere Aydın’ın Ortaklar, Çamlık ve Söke beldelerine geldi. Ortaklar o zaman 40 haneli küçücük bir köydü. Biz de orada yaşıyorduk. Babam, oranın incir kooperatifinin kâtipliğini yapıyordu. Atatürk’ün geleceği duyulunca, köyde hemen bir karşılama heyeti hazırlandı. Okuryazar olarak buldukları, istasyon müdürü, muhtar, öğretmen ve kooperatifte kâtiplik yapan babam toplandılar. Babam, hemen eve gelip elbisesini değiştirerek karşılamaya gideceğini söyledi.”

“Ben ağlamaya başladım, “Bende gideceğim” dedim.  O zamanlar evde olsun, okulda olsun, biz Atatürk’ten başka bir şey konuşmuyorduk. Dolayısıyla, Atatürk’ün geleceğini duyunca, dünyayı ayağa kaldırdım. Neyse ki, annem araya girdi. Bağıra çağıra bende babamın ceketinin eteğine yapıştım. Beraber istasyona Atatürk’ü karşılamaya gittik. Akşam hava kararmıştı. Atatürk’ün treni geldi. Atatürk istasyona indi. Köylüler koşuştular. Yalnız bizim köy değil, civar köylerden de karşılamaya gelenler vardı. Atatürk, uzun uzun konuşmalar yaptı. Ve onlarla sohbet etmeye başladı.“

“ Kimseye borcu olmayan kimseye karşı gebe olmayan, onurlu bir millettik.”

“Sonradan da ben bu anlattıklarımı olurda çocuk aklıyla kendime göre yorumlamışımdır diye Profesör Şaban Gökovalı arkadaşımıza anlattım. Atatürk’ün nöbet defteri dedikleri ve kayıtlarını Cevdet Tolay’ın tuttuğu kayıtları açtı ve buldu. Ondan sonra, benim bu anım görsel ve yazılı basında yayınlandı. O günden beri, benim adımda “Atatürk’ün rakı masasından leblebisini aşıran çocuk” olarak kaldı. Atatürk, köylülerle konuşurken, ben babamın elinden kaçtım. Doğruca Atatürk’ün yanına gittim. Atatürk sevinçle beni görerek yanına aldı ve saçlarımla oynamaya başladı. O zaman kıvırcık saçlarım vardı. Saçlarımı okşadı ve konuşmayı bitirince elimden tuttu, trenine bindirdi.  Kendisi karşımda oturuyordu. Atatürk’e bermutat rakı ve leblebi getirdiler. Ben o yaşlarda, onun rakı olduğunu bilmiyordum. Anlamıyordum da, sonradan öğrendim. Atatürk kadehini hiç kimseden gizli içmediği için, camı açtı oradaki köylülere bakıp, “Adın ne senin? Ahmet. Ahmet senin şerefine” diyor bir yudum içiyor. Dönüyor başkasına soruyor: “İsmail. İsmail senin şerefine, Mehmet senin şerefine derken, gelen o çini kasedeki leblebilerinin hepsini yemişim. Hafif gülümseyerek bana işaret etti. Yeni bir kase geldi. O, gene Mehmet, Süleyman, Ahmet falan derken, onu da cebime indirdim. Üçüncü kaseyi de gömleğimin cebine doldurdum. Sonra, ben bunu niye yaptım diye düşündüm. Emin olun o zamanlar leblebi bile lükstü bize... Yoksul bir millettik. Kimseye borcu olmayan kimseye karşı gebe olmayan, onurlu bir millettik.”

“Biz beşkardeştik. Ben, kardeşlerime leblebiyi götüreyim diye düşünmüşüm. Hakikaten de eve geldiğim zaman, onları kardeşlerimle paylaştım. Her neyse Atatürk, Ahmet, Mehmet faslını bitirdi. Bana döndü. Atatürk’te bir kere korkunç bir çocuk sevgisi vardı. Yani, olağan üstü bir çocuk sevgisi vardı. Bir kere, beni elimden tutup götürmesinden belliydi. İlk sorduğu soru, “Okul nasıl?”, “Neler öğreniyorsunuz?”, “Bir eksiğiniz var mı?” oldu. Kırk hanelik bir köyümüz vardı. Okul, dört duvarı olan bir hayvan damının boşaltılarak eğitim yuvası haline getirilmişti. Çatısı akıyor, iki üç tane penceresi vardı, camı yoktu. Kapıyı zaten söküp götürmüşler. Yer toprak. Soba yok, su yok. Elektrik yok. Ben Ata’ma yalnızca köyümüzde ki bu sefaletti gördüğüm için en iyisi bu zannediyordum. Bu bakımdan, Atatürk’e okulumu met ettim. Benim Atatürk’le ilişkim bu kadar. 1 yıl sonrada vefat etmiştir. Tabi ki çok üzgünüz.”

Daha sonra, Atatürk fotoğraflarının sergilendiği salonda hazırlamış olduğu “Özel Anılarla Atatürk ve Çocuk Fotoğrafları” albümünü ücretsiz olarak konuklara imzaladı.




Editör: Haber Merkezi