Büyük alimlerden İmam Gazali gıybeti; dilin afeti olarak belirtiyor. Günümüzde ise gıybet; tam da hayatımızın ortasında, her günümüzde, günün her saatinde olmazsa olmaza sahip.
 Gıybet hayatımızda, artık o kadar tabii bir hal aldı ki bunu yaparken ne tereddüde yol açıyor, ne de ürperti yaşıyoruz.
            Daha da iler giderek söyleyebilirim ki; konuşma biçimimizin bir unsuru haline geldi. Düşünün; bir sıkıntımızı dile getirirken bile birilerini incitici kelimeler dökülüveriyor ağzımızdan. Tesettürü emreden bir dine sahibiz. Buna rağmen başkalarının namehremi bizi pek ilgilendiriyor. Hele gıybet ettiğimiz kişi dedikodumuzu yapmışsa, canımızı yakmışsa, onunla aramızda bir husumet veya küslük varsa bahanemiz hazır hemen.
            Aile sohbetlerimiz bile onsuz geçmiyor. Tek kişiyle de yetinmiyoruz çoğu kez. Yorumlarımızı bazen genelliyoruz. Sayemizde herkes ayni kümede toplanıveriyor. Örneğin, adamın biri dini cemaatlere karşı. O cemaate mensubiyeti veya sempatisi olan birinin hayattaki bir yanlışı, tümden o cemaatin karalanması şeklinde cereyan edilebiliyor kimilerince.
Hatta hiç alâkası olmadığı halde, sırf o cemaatin bir sempatizanı diye nice mükemmel insanı dar ağacına çekenlerimiz var. Hele bu konuda o kadar ileri gidenler var ki, Allah onları ıslah etsin; bir gıybetle kaç kişinin günahını alabilirim, anlayışı hakim.
            Ayni aile içinde, akrabalar arasında dahi gizli ses kayıtları olsa, yerin dibine girmemiz bilmem bizi utançtan kurtarır mı? En acısını söylemeliyim saygıdeğer okurlarım: Artık gıybet etmemenin mümkün olmadığına inanmaya başlamamız. En tehlikelisi de bu olsa gerek. Bunun iman açısından bizi düşüreceği gayya kuyularını bilmem söylemeye hacet var mı? İnancımız erozyona uğruyor farkında değiliz. Zihnimizde, “Gıybet etmeyen insan mı olur?”
hezeyanları dolaşıyor demektir.
            Kur’an-ı Kerîm gıybeti yasaklıyor. Onu ölü kardeşinin etini yemek olarak ele alıyor ve en büyük hayasızlık ve utanmazlık sayıyorsa; buna rağmen insanların bir kısmı, bu emir ve yasakları hiçe sayıp onun bunun gıybetini ediyorlarsa, bu en büyük tahrif ve Kutsal Kitabımızı hiçe saymak değil de nedir?
Yüce Dinimiz İslâm’ın Peygamberinden konu ile ilgili olarak yüzlerce Hadis-i Şerif bize aktarılmasına rağmen onları görmezden geliyor ve o çirkin cürmü işlemeye devam ediyorlarsa, Allah Resulünün vaz’ettiği hükümleri değiştirme değildir de ya nedir?
Bizden önceki bazı kavimler, kendi kitaplarını tahrif ettiler. Allah’ın kelâmı olmaktan çıkardılar. Beşer lafıyla doldurdular. Onların bu halini biz Müslümanlar kınarken; ayni günahı işleyerek dinin bazı emirlerini yok saymak ve o kavimlerin yaptığını yapmak değil midir?
            Tüm bunları bilmemize, defaatle dinlememize, okumamıza rağmen yine en fazla “Ah! Keşke” lerle iktifa edip, kaldığımız yerden dilimizle afetler icra etmeye devam ediyoruz ve korkarım etmeye de devam edeceğiz. Size şu satırları yazan ben bile, bilgisayarın başından kalktıkdan sonra bilerek veya bilmeyerek hangi insanı çekiştireceğimi, günaha gireceğimi bilemiyorum.
            Yine de bu gıybetsiz bir dil, afetsiz bir dünya için gayret etmeyeceğiz anlamına gelmemeli. İffetli bir  insanın namehreminden kaçması gibi, lisanımızı da haramdan kaçırmak için hayli sancı çekmemiz gerek.
Belki kendimize ceza keserek, belki belli ortamlardan kaçarak (ben, şahsen böyle yapmaya çalışıyorum) belki de daha az konuşarak kurtulacağız dedikodudan kim bilir? Tamamen başarılı olmasak bile daha az vebale girmek için denemeye değmez mi?
            Saygılarımla.