Evvel zaman içinde, sandık sandık içinde, Develer tellal, pireler berber iken, birileri vatandaşın beşiğini sallar iken, yeşil mi yeşil, güzel mi güzel bir memleket varmış. “Varmış” diyorum çünkü her geçen gün yok olup giden bu memleket, kendi masalında uyumaya devam eder dururmuş.
 
Gel zaman git zaman, bu memleketin reisi bir gün “bu insanlar bana bu koltuğu verdi. Bunca yıldır kafama göre onları yönetiyorum ama bir kere de fikirlerini sorayım. Yazıktır günahtır. Bu koltukta onların da hakkı vardır belki. Hatta kimilerine göre bu koltuğun gerçek sahibi onlarmış” diye kendi kendine düşünürken aklına parlak bir fikir gelmiş. Şehrin en müstesna yerine meydan mı yapılsın, yoksa dükkan mı yapılsın diye halka sormak için ortaya bir sandık koymaya karar vermiş.
 
Vermiş vermesine de, bir yandan da halkın kendi düşüncelerine uygun tercihte bulunmasını da istiyormuş.  Ama bu işi nasıl yapacağını bilmiyormuş. Düşüne taşına, sora danışa aklına bir parlak fikir daha gelmiş. Sandığı koymadan önce kendi düşüncelerini anlatan,  tarif eden, öven yazılar asmış şehrin her bir yanına. Sonra da, halka verdiği mesajların yeterli olduğunu düşünmüş olacak ki, “hadi bakalım sizin fikriniz nedir söyleyin” diyerek, bir sandık bulmuş buluşturmuş. Sandığın anahtarını da bir güzel cebine katmış. Millet de ne yapsın? Daha önce sandık gördüğü mü var? Ya da sandıkta oy nasıl kullanılır, hangi şartlarda halkın fikri sorulur bildiği mi var? Bir kısmı reisine itimat ederek, bir kısmı da dilsiz, cansız sandığa inanarak gitmiş fikrini beyan etmiş.
 
Bu arada memlekette olan biteni duyan bazıları da “aman reis hazretleri bu iş böyle olmaz. Kendinize güldürmeyin. Bu iş önce duyurulur sonra sorduğunuz her ne kadar soru var ise hepsi hakkında halk aydınlatılır. Daha sonra da, ortaya koyduğunuz sandığın anahtarı güvenilir birine emanet edilir ve yine onun huzurunda açılır” dediyse de, reisi kendi bildiği gibi seçim sistemi uygulamaktan bir türlü alıkoyamamış. Hatta “ne diyor bu köftehorlar Allah aşkına. Ben istersem ne yapacağımı hiç sormam. Daha önce sormadım. Hadi bir kere iyilik olsun diye sorayım diyorum. Kalkmışlar daha fazlasını istiyorlar. Bunlara iyilik de yaramıyor” diyerek homurdanmış durmuş.
 
Nihayet reis hazretlerinin muhteşem seçim fikri bu hayhuy içinde uygulanmış ve vaat edilen süre dolunca da, şehrin tüm tellallarını çağırmışlar ve geçmişler sandığın başına… Reis hazretleri büyük bir iş başarmanın verdiği gurur ile “ya Allah bismillah” diyerek cebinden çıkardığı anahtarla sandığın kapağını açmış. Sandık açıldığında bir de görsünler? Güya tüm tellalların huzurunda yapılan sayımın sonucu tam da reisin istediği gibi çıkıvermiş. Tüm ahali tellallardan duyduğu bu haber üzerine bir şaşırmış, bir şaşırmış ki, sormayın…
 
Anlayacağınız onlar ermiş muradınaaaa, biz çıkalım kerevetine…
Hadi bakalım sevgili okuyucularım şimdi doğru yatağa… İyi uykular herkese…
 
Yukarıda anlattığım masal gerçek mi yoksa benim uydurduğum bir şey mi sizler karar vereceksiniz ama ben bu masalı günümüze uyarlayarak içeriğindeki mesajı bazı sorular ile size aktarmak istiyorum.
 
Şimdi malum şehrimizin eski perakendeci halinin yıkıldığını hepimiz biliyoruz. Ama yıkılırken vatandaşa sorulmuş mu bilmiyoruz. Bu alana ne yapılacağı önceden biliniyor muydu? Biliniyorsa ne diye referandum yapıldı? Yok bilinmiyorsa şehrin panolarında bu alana iş merkezi yapılacak diye reklamlar neden konuldu? Hadi bildiğiniz istediğiniz bir şey vardı ve bu doğrultuda reklam panolarında bunu halka duyurdunuz diyelim. Sonra sandık koyarak referandum yapma fikri hangi parlak zekanın ürünüydü.
 
Sandıktan çıkacak sonuç biliniyor muydu? Biliniyordu ise, sandığın anahtarı en azından bir notere neden teslim edilmedi. Yok eğer sandıktan çıkacak sonuç daha önceden bilinmiyordu diyorsanız, o halde siz seçim sandığının kontrolünü elinde bulunduranların sandığından çıkan sonuçların demokratik olduğuna inanıyor musunuz?  Bu şekilde bir seçim veya bir referandum metodu dünyanın neresinde var? Bu yapılan biraz da demokrasimizin ilk yıllarındaki açık oy, gizli tasnif saçmalığına benzemiyor mu? Şimdi halk oy kullandı diye 82’de yapılan ihtilal anayasası demokratik bir anayasa mı oluyor?
 
Tüm bunlar olurken şehrimizin diğer siyasetçileri ne ile meşguldü? Kendilerine bu yanlış uygulama konusunda uyarılar yapılmışken neden sus pus seyrettiler? Hadi öyle uygun gördüler, öyle takdir ettiler diyelim. Bu siyasetçilerimiz ileriki tarihlerde hangi mantıkla seçimlerde halkın karşısında olacaklar? Yoksa onlar da içten içe bu şekilde bir seçimle mi seçilmek istiyorlar?
 
Olan olduktan sonra konuyla ilgili yapılan haberlerin altına yorum yapılması basın mensuplarımız tarafından neden engellendi?
 
Soruları çoğaltmak mümkün. Ama anlaşılan o ki, ben diyeceğim Hanya, başkaları diyecek Konya…
 
Başkan bey “Bu alanın çevresindeki binalar ise kent dokusunu bozacak türden binalar. Kente zaten yeni meydanlar yapmayı ve yeni yeşil alanlar kazandırmayı planlıyoruz” demiş. Bakırhanı orada, Tahtakele o alanın dibinde. Az ötede Necippaşa, İbni Melek… Kent dokusu tam orada değilse acaba nerede diye sormak gerekiyor. Öte yandan o bölgede kent dokusunu bozan binalar var ise, o binalar bu eski çarşı merkezimize yapılacak bir meydanın ardından yeniden eski haline getirilemez miydi? Bu iş merkezi denilen beton yığını şehrin başka yerine yapılamaz mıydı?
 
Her şeye rağmen bu ucube sandığa giderek iyi niyetlerini sergileyen vatandaşlarımızın hatırına, çıkan sonucun hayırlı olmasını temenni etmekten başka çaremiz yok anlaşılan.
 
Tüm bunları bir kenara bırakıp, 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi Anma Haftası vesilesiyle aziz vatanımızı mukaddes kanları pahasına bizlere bırakan tüm şehitlerimizi minnet ve şükranla anıyorum. Ve de NATO'nun Afganistan'da faaliyet gösteren Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti çerçevesinde Türkiye’nin komuta ettiği Kabil Bölge Komutanlığı emrinde görev yapan helikopterimizin düşmesi sonucu şehit olan on iki vatan evladımız için dualarımızı eksik etmeyelim.
 
Onların kanlarıyla kazandıklarını, hiç değilse emeğimiz, terimiz ile sahip çıkalım.
Şehitlerimizin aziz hatıralarına bari sahip çıkmak umuduyla…