Ömrümüzün yarısından fazlası çalışarak geçiyor. Yaz-kış, gece-gündüz emek verdiğimiz işimizden günü geldiğinde emekli oluyoruz.
Pek çoğumuz bu günleri ne hayaller kurarak bekledik? Zaman zaman aktif iş hayatından erken ayrıldığımızı da düşündüğümüz oluyor, üzülüyoruz. Kimimiz yeni bir işe daha başlıyor.
Hayat kolay değil. Genç yaşta emeklilik heves edenlere haddim olmayarak şunu söylerim hep:
“Emeklilik maaşını aldığınız bankanın bankamatiği sizi aldatmasın. Çocukların yüksek tahsil ve yuva kurması gibi görevler var daha. Ne zaman ki, bu tür mükellefiyetler bitecek, emeklilik o zaman başlayacak” diye.
İşte o günler geldiğinde, eşinizle evlâtlarınıza yoldaş olmak, torunlar büyürken onlarla meşguliyet tadından yenmiyor. Zira iş hayatında iken çocuklarımıza ayıramadığımız zamanlara hayıflanıp, torunlarla teselli bulmak ne güzel şeydir. Ülkemizde, en çok konuşulan konuların başında; Emekli Maaşları, geçim sıkıntıları, hayat kalitesinin yetersizliği, bir türlü bitmek bilmeyen elektrik, tüp gaz, odun-kömür, çarşı-pazar ve diğer hayati konuların vazgeçilmez ihtiyaçlarına olan zamlar.
İşten güçten el ayak çekince, kimileri için ikinci hayat kimimiz için sıkıntılar başlıyor. 
Buraya bir parantez açarak, hayatın her an içinde olan bizler muhtelif kesimlerin dert ihtiyaç gibi sosyal durumlarına daha yakın oluyoruz.
Düşünelim ki; emekli olan bir kardeşimiz, hayatında ev sahibi olamamış. Siz hiç kirada oturanların dertlerini dinlediniz mi? Pek çok kişi siyasi anlamda gönül ve oy verdiği herhangi bir milletvekiline durumunu anlattı mı? “Ne milletvekili kardeşim. Bırakın yüzlerini görmeyi isimlerini bile bilmiyoruz” dediğinizi duyar gibiyim. Ben de bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, insanımızın gülmeyen yüzünü gördükçe soğuyorum onlardan, ne yalan söyleyeyim güceniğim siyasilere. Koyun sürüsü gibi bir toplumuz, kusura bakmayın bu teşbihe. Uzun yıllar önce Avrupa Birliği kurulmadan, Yunanistan’daki bir olayı hatırlıyorum. Zannedersem posta ve telefon ücretlerine halkın beklemediği oranda bir zam yapılmış olmalı ki, radyo ve TV'lerden duyulur duyulmaz 300 bin kişilik bir topluluk Atina Meydanı’nı bir-iki saat içinde, doldurarak protesto etmişti hükumeti. Bunun üzerine de zam geri alınmıştı. Büyük Şair Mehmet Akif ne diyor; Öz vatanımda parya olamam. Ne yazıktır ki emeklinin ve dar gelirlinin hali bu.
Geçen hafta sonu bir iş icabı Antalya’da idim. Büyük şehirde insan nabzı tutmak ve bir yargıya varmak daha kolay oluyor. Tramvayda, otobüste gülmeyen donuk yüzler yüreğimi paraladı. Tabii, parti genel başkanları ve genel merkezler oy vereceğimiz kişileri dayatırsa olacağı budur.
Siyasi Partilerin İlçe  yöneticilerine bu konuda çok görevler düşüyor. Onlar parlamento, hükumet ve temsilcilerimizle daha yakınlar. Halkın, özellikle emeklinin halini görmüyorlar mı? Kendileri ve yakınlarından kim bilir nice emekli var. Peki, Devlet İstatistik Kurumu veya Sendikalar, Sivil Toplum Kuruluşları; açlık sınırı gibi benim yazmaktan utandığım geçim standardı için rakamlar yayınlıyorlar her yıl. Hükumet adamları veya seçtiğimiz temsilciler bu rakamlara niçin bigane kalıyorlar? Emeklinin sesini yukarıya kim duyuracak? Emekli kardeşim, bir veya daha fazla çocuğunu üniversite eğitimi için dışarılara gönderdiyse, hangi rakam yetecek bu masraflara? 
Kardeşim! Cevabını siyaset yapanlara soracaksın. Kendilerinin ve milletvekili emeklilerinin maaşlarını biliyoruz, milletin gözü var, helâl etmiyor. Meselâ; işsiz maaşları pek güzel veriliyor. Evde hasta bakma için iyi paralar ödeniyor. Daha nice emeklilik  primi ödemeyen kesime pek çok sosyal iyileştirmeler yapılıyor, tabii ki yapılsın. Ama diğer tarafta gerçek ihtiyaç sahibi emekliyi görmezden gelmek günahtır. 2000 yılı öncesi emekli olan SSK'lıların maaşları  sözde iyileştirildi. Çevrenizdeki SSK emeklilerine sorun bakalım, ne kadar zam yapılmış?  Peki ömür boyu ödediği primlerin karşılığı emekli biri için bu rakamlar mı olmalı? IMF borçlarını kapattık, Merkez Bankası kasalarında milyarlar var diye övünen siyasiler, bunca insanın çekisini nasıl görmezler. Emekli olup da kendi işine devam eden esnafımız var. Etmesin de ne yapsın? Bu hayat şartlarında çocuk okutmamın ne demek olduğunu, vakti gelince utanmadan kendi maaşlarına yüzde bilmem ne kadar zam yapıp, emekliye yüzde iki-üç enflasyon farkı gülünçlüğünde zammı uygun görenler yataklarında acaba nasıl rahat uyurlar? 
Parantezi kapıyorum, gelelim konumuza. Haa, kendim için bir şey istiyorsam namerdim! Dünya standartlarının çok altında yaşayan ülkem insanı emekli için, sorun sadece kıt kanaat geçinmekle kalmıyor, buna bir de manevi sıkıntılar ekleniyor. Kim istemez ki; onca yıl çalıştıktan sonra eline geçen maaşla gönlünce yaşayabilmeyi. Tatile, eş dost ziyaretine gidebilmeyi…Geçim zorluğuna eklenen psikolojik sorunlarla mücadele eden emekliler için hayat herkesten zor geçiyor. Çarşı pazarda, camii çıkışı veya bir cemiyet ortamında dinlediklerim şahsen beni çok üzüyor. Hem bu insanların pek çoğu bizler gibi iktidar partisine oy veren kişiler. Bu sessiz çığlığa bigâne kalınması Allah’ın gücüne gider!
Peki yok mu çaresi iç huzuruyla yaşamanın? Sağlıklı, ele güne muhtaç olmadan, elden ayaktan düşmeden yaşlanıp yaşayıp gitmenin…
Gazete ve kitaplarda okuduğum psikolog ve hayat bilimcisi uzmanlar ruhen ve bedenen sağlıklı kalabilmek için formüller veriyorlar. Siz değerli okurlarım televizyon programlarında da buna şahit oluyorsunuzdur. Hayatı  bir nebze olsun şenlendirecek kapıları aralıyorlar. Biz de sevgi, saygı ve rahatlığı hak eden bir hayat sürdürmek istiyoruz.
Yazılarımın uzunluğundan şikâyet eden okurlarım oluyor. Dertli, söyleygen olur hesabı, kendimi alamıyorum. Zaten emekli konusu gibi sosyal olayları sık sık yazmak istiyorum. Siyaseti siyasetçiler yapsın. Benim için asıl olan insanımız!
Siz değerli okurlarıma bir nebze olsun umut, ferahlık verebilmek isterdim, bu yazımla. İkinci Baharınızın daha keyifli yaşamanın tüyolarını bir sonraki yazımda bulacaksınız inşallah. Dedim ya uzatmayalım yazıyı. Hepinize Yüce Allah’tan sağlıklı, imanlı ve itibarlı bir ömür diliyorum, özellikle emekli kardeşlerim için.

 Saygılarımla.  ([email protected])