Nedendir bilmem, şu dikizciler her zaman ilgimi çekmiştir. Bilirsiniz bizim toplumumuzun büyük çoğunluğu okuma özürlüdür; bilgiye gereksinim duyduğunda sorarak öğrenir. Oysa dikizciler, değişik bir yöntemle de olsa okuyarak öğrenirler.  

Adamın dikizci olduğu konusunda bir duyum mu aldınız? Onun mutlaka öğrenip, kendine çekidüzen vermesi gereken bilgiyi edinmesini mi istiyorsunuz? Kolay. Önce  onun çevresinde elinizdekini dikizleyebileceği uzaklıkta bir yere ilişirsiniz. Sıra gerekli yayını, yazıyı bulup ortaya dökmekte. Alırsınız elinize dikizcinin okuyup, bilgi edinmesini istediğiniz yazıyı; kitapsa o sayfayı görebileceği biçimde, gazete ise yine okutmak istediğiniz yazının kolayca görünmesi, dikkatinin o yazı üzerinde yoğunlaşmasını sağlayacak biçimde katlarsınız.

Artık her şey hazırdır. Yapılacak iş, yazıyı onun dikizleyebileceği açı ve yakınlıkta tutabilmektedir. Bunu başarabildiğiniz takdirde, bilgilenme başlamıştır. Artık  dikizcilerden oluşan bir düşüncedaş topluluğu oluşturmanız, hatta sakıncalarını göze alabilirseniz, düşünenler örgütü kurmanız bile olanaklıdır. 

Bu dikizci kesiminin de hepsi aynı değildir. Çeşit çeşittir. Örneğin; şöyle üç beş kez dikizleyip, “Yahu bu iş keyifliymiş, alayım elime de adam gibi okuyayım” diyen sapkın tezgin dikizciler vardır. Ancak bunların oranı olabildiğince düşüktür. Çünkü bunlar dikizcilikte sebat etmeyip normale dönüverirler. 

Asıl sağlam dikizciler, azılı dikizcilerdir. Halk arasında, bunların, nüfus  cüzdanlarından yurttaşlık numarasına bakarken bile yirmi beş derecelik bir açıyla baktıkları söylenir.

Ben aslında bunları hiç tanımazdım. Ta ki, biriyle yol arkadaşlığı yapıncaya dek:

Koltuğuma yerleşip bir iki dakika çevreyi kolaçan ettikten sonra her zaman  olduğu gibi çantamı açıp gazetelerden birini çıkardım; başladım birinci sayfadan haberlere  göz atmaya. Bir ara baktım, yol arkadaşımla birlikte okuyoruz. Sayfa değiştireceğim zaman  elime dokunuyor, “Bekle, ben bitirmedim!” anlamında. Eh artık bekliyorum. O açıdan  okumak zor ya, insanlık namına. 

Dur bekle, olmadı bitiremedimden bıkınca, tuttum gazeteyi kendisine verdim.  Tebessüm edip aldı, kucağına koydu. Ben çantamı açıp başka gazete çıkardım, onu okumaya  başladım. Ama yine birlikte okuyoruz. Yine arasıra yüzyüze gelip birbirimize tebessüm  ediyoruz. Sayfa çeviricem, yine elimi tutup “Hop hop daha ben bitiremedim” hareketi  yapıyor. Bu arada ilk gazete de dizlerinin üstünde, öylece duruyor. 

Bu böyle olmayacak, herhalde o gazete çok ilgisini çeken bir gazete değil. Bu kez ikinci gazeteyi de katlayıp eline verdim. Yine oldukça hoşnut biçimde kabul etti.   Karşılıklı tebessümleştik. 

Bir süre ikimiz de hiç bir şey okumadık. İki gazete de onun dizlerinin  üstünde, öyle âtıl biçimde duruyor. 

Yapacak bir şey yok; çantamı açıp üçüncü ve son gazetemi çıkardım. Tahmin edileceği gibi onu da birlikte okumaya başladık. Gitgide sayfa değiştirmelerde elime  tokat vurmaya başlayınca, yetişsin diye ben de okumamı yavaşlatıyorum, ama nereye kadar. Bu iş böyle olmayacak. En sonunda üçüncü gazeteyi de dürüp eline tutuşturdum.  

Sonunda gazetelerin üçü de onun kucağında. Çare arıyorum. Bari uyumuş  gibi yapayım, onu uyutunca gazeteleri alır bir güzel okurum. Ben gözlerimi yumunca o da yumdu. Tamam oluyor. Adamı uyuttum, artık gazetelerimi rahatça okuyabileceğim, diye  düşünüyorum; ama ne gezer, gazeteleri kavramamla birlikte elime bir tokat. Vasıflı dikizci!  gözleri yumukken de görüyor. 

Aslında çantada bir de kitap var. Hem de yepyeni, ilk ben okuyacağım. Şimdi, kitabı da kaptıracağım diye korkuyorum. 

Artık bekliyorum. Belki kendisi okumaya kalkar da, inadına ben onun gazetesini dikizlerim. Kısasa kısas. 

Ama okumuyor. Uyurken de kucağından gazete alanlara karşı hassas bir bünyesi var. Hem okumuyor hem de almaya kalkışınca elimi tokatlıyor. 

Uykum gelmiyor, gazeteleri de alamıyorum. Olmayacak. Hazır dikizci de horlayıp dururken, şansımı denemeliyim. Açtım çantayı, çıkardım kitabı, başladım okumaya. 

Şöyle dönüp adamın yüzüne baktım. Yarı uyur, yarı uyanık; ama, gözü  benim kitapta. 

[email protected]