Elbette hayır…

Son günlerde dershanelerin kapatılmasıyla ilgili çoktan beri çiğnene çiğnene sakız haline gelen konu bu defa ciddi şekilde gündeme oturdu. Bu yazımda gazetelerde okuduklarınızdan ziyade işin farklı boyutlarına dikkatinizi çekmeye çalışacağım.

Öncelikle, yurdumuz genelindeki dershanelerdeki öğretmen ve değişik hizmet veren kişi, kurum (örneğin kitap ve kırtasiye sektörü ile öğrenci servisleri vb.) istihdam rakamları yüz binlerle ifade ediliyor. Söz konusu olan milyonların kursağına giren ekmekten söz ediyoruz.

25 – 30 yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Celâl Güzel’in dediklerinden anlaşılıyor ki; sancı o günlerde başlamış. Sayın bakan şöyle diyor, “ Kendi dönemimde de kapatmayı düşünmüştüm. Ancak, basit bir konu olmadığını görünce, vazgeçtim.” O günler için on binlerce insanımızı ancak ilgilendirebilecek konu, bakanın tereddüdüne yol açtıysa varın siz düşünün, “Dershane Sektörü’nün“ bu günkü halini.

Uzun yıllardır, Milli Eğitim’in utancı olan gençlerimize tam bir eğitim vereme hali, yüreğimizi hep kanatmıştır. İsterseniz, kaç yaşında olursa olsun, lise mezunu bir yakınınızı çaktırmadan bir sınayın bakın, ne kadar boş olduğunu üzülerek göreceksiniz. Bu durum o gencin ayıbı değil ki!

Konudan uzaklaşmak gibi görünse de dünü (40-50 yıl önceki eğitim), basit bir örnekle dikkatlerinize sunacağım. Bizler, normal zekâ düzeyindeki lise öğrencileri, daha lise 1’de iken, matematik dersinde (cebir) 4 bilinmeyenli bir problemi eser cedit kâğıdına (bugünkü A4) 2 – 3 sahife doluncaya dek çözüyorduk. Geometride 0 üçgen, dörtgen, altıgen, sekizgen ve bunların iç oran hesaplarını, ayrıca örneğin, coğrafya dersinde, pek çok lüzumlu, lüzumsuz bilgi ile ezber de yapıyorduk. Meselâ Brezilya’nın yıllık kahve üretim miktarı gibi. Güzel vatanımızın haritasını atlasa bakmadan çizmek gibi. Yine lise 1’de okunan kimya formüllerinin bir tekini acaba günümüz lise mezunu söyleyebilir mi? Şimdiki liseliler münazara yapıyorlar mı bilmiyorum. 1956 yılında daha sanayi kelimesi Türkiye’de telâffuz edilmezken, bizler iki guruba ayrılıp, “Türkiye, tarım ile mi, sanayi ile mi kalkınır?“ diye ciddi münazaralar yapıyorduk, araştırma imkânlarımız yok denecek düzeyde iken. Bitmedi, edebiyat dersinde o harika divan edebiyatı şiirlerinin kalıplarını (mef’ulü, mefailü, failün vb.) zevk duyarak öğreniyorduk. Çünkü bize eşsiz Türk Milleti’nin kültürü o günün öğretmenlerince veriliyordu daha ilk okuldan itibaren. Bunları öğretmek öğretmelerimizin dolayısıyla Milli Eğitim’in görevi. Sen, devlet olarak iyi öğretmen yetiştiremiyorsan, geldiğimiz nokta burasıdır elbet. Tabiat boşluk kaldırmaz. Dershaneler, bu boşluğu kaldırdığı gibi, icra ettiği diğer fonksiyonları da izah edeceğim.

Öncelikle bir iki kısa bilgi. Yurdumuzda bulunan dershanelerin yüzde 20’si muhtelif cemaatlerce işletiliyor. Bunlar bazı çevrelerin yanlış ve maksatlı yayınlarının aksine birer rant oluşturmuyor cemaatler için. Bizler, batı insanı, konunun çok farkında değiliz ama dershaneler ve cemaatlerin finanse ettiği bir de okuma salonları var Anadolu’ya yayılmış. Buralarda yoksul ailelerin çocukları dershane eğitimi alıyorlar. Yine bir-iki örnek, Şanlıurfa’da cemaatlere ait okuma salonlarında, Anadolu Lisesi ve Fen Liselerine; ortaokul mezunu, üniversitelere ise lise mezunu, her yıl 10 bin genç yetiştiriliyor. Bu sayı Diyarbakır’da 20 bin. Bu demek oluyor ki, o şehirlerdeki sayıları yüze varan dershane ve okuma salonu bulunuyor. Yurdumuzda, yüzde 85 dar gelirli ailenin çocuğu dershane ve okuma salonlarında istikbale en iyi şekilde hazırlanıyor. Siz bu çoklukta dar gelirli aile çocuğunun paralı dershane eğitimi gördüğünü mü sanıyorsunuz. Bu çocuklara ayrıca psikolojik danışmanlık yanında, en iyi şekilde, ağabeylik ve arkadaşlık ve insani duygular öğretiliyor. Bitmedi, vatan ve millet sevgisi, kardeşlik hasletlerini de kazanıyor, bu çocuklar. Sizlere hayret edeceğiniz bir örnek de Ödemiş’ten,

Ödemişli Eğitim Gönüllüleri’nin, himayesi ve sponsorluğunda faaliyet gösteren “Kardelen Eğitimciler Derneği“ 100 öğrenciye ücretsiz dershane eğitimi sağlıyor.

DERSHANE OLAYININ SİYASİ BOYUTU

Ülke yönetiminde, böylesine hayati derecede önemli bir konu hakkında, kanun değişikliğine gidileceği zaman; Başbakan, ilgili bakana talimat verir, konu ile ilgili kapsamlı bir yasa taslağı hazırlansın diye. Bakan, bunu kendi bakanlığındaki konunun uzmanı müsteşar ve yardımcıları ile bakanlığın diğer daire başkanları ve müşavirlerine (danışman) durumu aktarır. Aylar süren çalışmaları takiben konu ya bakan veya başbakan tarafından kamuoyuna duyurulur veya son dershane olayında olduğu gibi basına sızdırılır. Siz bakmayın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın ve Bakanlık Müsteşarının birbirlerinden tutarsız şekilde verdikleri demeçlerle eveleyip gevelediğine. Bu konu, Ak Parti’nin ve Başbakan’ın bilgisi haricinde gündeme gelecek basit bir konu değildir.

Ak Parti ayağına kurşun sıkıyor. Aklıselim sahibi parti ileri gelenleri, bu duruma müdahale edip, Başbakan’ı ikaz etmelidirler. Bir de, önemli bir hususu zikretmeden geçemeyeceğim. Basındaki bazı kalemlerin maksatlı şekilde sık sık yazdıkları gibi Gülen Cemaatinin siyasi parti kurmak bir yana, siyaset yapmak gibi bir düşüncesi de yoktur. Her birinin toplumda saygınlığı ve inanırlığı olan bu insanların maksadı, din, vatan - millet sevgisi ile donatılmış hayırlı nesil yetiştirmekten başka bir şey değildir.

Saygılarımla.

  ([email protected])