DEPREM  TELLÂLI

                Türkiye’mizde gündem o kadar yoğun ki; günü gününe yazmak istediğim pek çok konu mecburen sonraki haftalara kalıyor. Profesör Celâl Şengör ismini bilirsiniz. Kendisi Jeoloji dalında uzman. Özellikle jeologlar 17 Ağustos 1999 Marmara depremi ve sonrasında Düzce-Adapazarı depremlerini takiben televizyonları adeta istilâ etmişlerdi. Bunlar ekran ekran gezerek ceplerini doldururken, elinden bir şey gelmeyen, depreme karşı ne tedbir alınabilir ki gerçeğini ferden çaresiz olan insanımızı derin korku ve üzüntüye sevk ediyorlardı. Vay efendim, Marmara Denizinde fay kırılması şu zaman olabilir, İstanbul tehlike altında vb. fikir yürütmelerle, televizyonlarda piyasalarını hep diri tuttular, her TV. programına çıkmak için 5-10.000 TL. ler, belki daha fazlası ödeniyordu kendilerine.

                Ben 17 Ağustos Marmara Depremini Kocaeli Gölcük’te bizzat yaşadım. Yüce Allah ülkemize ve tüm insanlığa böyle felâketler göstermesin. Düşünün ki, gece 03.00 de uyuduğunuz sedirden depremin şiddetiyle düşüyorsunuz, aklıma deprem değil, dünyanın sonu geldi demiştim, duvarlar üstüme üstüme geldikçe.

                İşte, o günlerin bu deprem tellâlı Celâl Şengör, herhalde unutulan kendisinin unutulmuşluğunu hatırlatmak ve ismini gündemde tutmak için olacak bakın ne herzeler yemiş!

                Bir TV. söyleşisinde, bir entelektüele, aydın bir kişiye, bir üniversite hocasına, bırakın onu, aklı başında kimsenin ağzına almayacağı pis lâflar etmiş, ben izlemedim, gazetelerden öğrendik.

                Bir jeolog olarak, uluslar arası ölçekte ünü olan bir ilim adamı Celâl Şengör, insanlara zorla kendi dışkısını yedirmenin “işkence sayılmaması” gerektiğini, 12 Eylül Darbe Cuntasının o dönemde yapıp ettiği ne varsa hepsini onayladığını göğsünü gere gere söyleyebiliyorsa bırakın bilim adamlığını, insanlıktan nasibini alıp almadı sorgulanması gerekir. Entelektüel kelimesini ağzına aldığı b.k la kirletmiştir.

                      Şengör olayının doğru analiz edilmesi gerekiyor. Şengör gecenin geç saatlerine kadar süren bir söyleşide, ‘dışkı yemenin (dikkat edilirse; dışkı yedirmenin değil!) insana, insan biyolojisi bakımından zararlı olmadığını öne sürüyor. Meselâ birinin tırnaklarını sökmek, ona acı verebilirken, dışkı yemenin onu yiyene böylesine olumsuz bir etkisinin olmadığını öne sürüyor. Onun asıl demek istediği, işkence yapmak gibi gayri ahlâki bir davranışın, işi biyoloji gibi bir ilim sahasına taşıyarak ‘dışkı yemeye ilişkin’ sapık fikrini meşrulaştırmak istiyor. Bu fevkalâde kurnaza bir taktik. Yani mesele dışkı yeme değil burada söz konusu ‘dışkı yeme’ değil, zorla ‘dışkı yedirmedir.  Şengör, ahlâki bir problem olan işkenceyi, ‘dışkı yeme’ insana zarar vermez gibi biyolojik ama son derece aklınca kurnazca gerekçelerle kabul ettirmeye çalışıyor. Şimdi gençlerin dediği gibi ‘yemezler!’

Şengör’le bu röportajı yapan gazeteci de ahlâki bir rezilliğe aracı olduğu için de ayni b.ku yemiş sayılmaz mı saygıdeğer okurum?

                Ünlü Fransız düşünürü Jean Paul Sartre bu tip entelektüellerin ancak bilgi teknisyeni olabileceğini, ‘üst yapının küçük memurları’ diyor. İçinizi kaldırdığım için beni bağışlayın lütfen sayın okurum. Amacım, adının önünde ne unvan olursa olsun, önce insan olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmak istedim. 

Not: Bahse konu açık oturum geçeli bir buçuk ay oluyor. YÖK’den (Yüksek Öğretim Kurumu) tık yok.  Nice doğru düzgün Üniversite hocalarını üniversitelerden atıyorlar (örneğin: Prof. Osman Özsoy) Böyle yüz karası denebilecek biri için işlem dahi yapılmıyor. Bu nasıl adalet?

Saygılarımla.