SÜLEYMAN DEMİREL KENAN EVRENİ ŞAŞIRTMIŞ!
 
Geçen hafta siyasi gündem hayli yoğundu.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sanıklarının duruşması
Ankara 12.Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı.
Darbenin mağdurları, kurum ve kişisel olarak davaya müdahillik talebinde bulundular. Şimdilik hayatta kalan darbecilerden Evren ve Şahinkaya yargılanıyor görünse de olay bu iki isimden ibaret değil. Bir dönem bir zihniyet yargılanıyor. Başta TBMM, hükümet, CHP, MHP darbe mağduru olarak davaya müdahil oldular. En önemli mağdurlardan olan o günün Başbakanı Süleyman Demirel ve kabinesi ile milyonlarca üyesi bulunan, iktidardan indirilen ve kapatılan bizlerin Adalet Partisi olaya seyirci kalacağız anlaşılan.

Bu davanın görülmesine, 12 Eylül 2010’da yapılan “ANAYASA REFERANDUMU” ndaki % 58 EVET oyu ile gelindi. 1982 Anayasası’nın geçici 15.maddesi darbecilerin zırhı idi, kaldırıldı.
Yalnız, çok önemli bir husus göz ardı ediliyor. “TSK İç Hizmet Yasası’nın 35.Maddesi” halâ
duruyor. Muhtemeldir ki, sanıklar mahkemeye getirildiklerinde; 30 yıldır maalesef değiştirilemeyen bu maddeye istinaden, emir komuta içinde idareye el koyduklarını söyleyeceklerdir. Bugüne kadar askere “Cumhuriyeti korumak ve kollamak” görevini askere veren bu maddenin kaldırılmaması gelmiş geçmiş ve şimdiki iktidarın ayıbıdır.

Garip bir siyasetimiz var. Malûm Anayasa Referandumuna CHP ve MHP şiddetle karşı çıkmışlar HAYIR oylarının fazla çıkması için var güçleri ile karşı çıkmışlardı. Şimdi de bu anayasa değişikliğinden istifade ederek hak arıyorlar. Garip bir durum. Devlet Bahçeli, sanıklar mahkûm edilirse çıkar özür dileriz diyor. Şimdi kalkıp desene: “Ey milletim biz referandumda hata yaptık. Bizim savunduğumuz hayır çıksa, bu davalar görülemeyecekti. Nerdeee. Bizim siyasilerde basiret. Kemal Bey için ise bir şey demeğe değmez.

Yalnız 35.maddenin acilen kaldırılması lâzım.

Yaşı 45-50 üzerinde olanlar, o karanlık günleri hatırlayacaklardır. Her gün 20-25 insanımız katlediliyordu. Üniversiteler harp meydanı gibi idi. Hatta o günlerde merhum Alpaslan Türkeş, şehitlerimizin cenazelerine yetişemiyoruz sözleriyle acı gerçeği dile getirmişti.

Vaktiyle Ödemiş’te de görev yapan yürekli savcı Sacit Kayasu, darbecilerin yargılanması konusunda girişimde bulundu. Doğduğuna pişman ettiler. Meslekten atıldı. Darbecilerin yargılanması konusunda basiretsiz bir ülkeyiz. Ne kanlı 27 Mayıs’tan (1960) hesap soruldu, ne 12 Mart’tan (1971)
Biz Adalet Partililer, zavallı Demokrat Parti’nin mirasına konarak iktidar olduk. Demire, Başbakanlığının taa 3 üncü yılında (1967) Kayseri Cezaevi’nde nasılsa hayatta kalan Demokrat Partili milletvekillerini affını lütfen sağladı. Ama Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gibi demokrasi şehitlerinin kanları yerde kaldı. Nice mazlum değerli DP’li devlet adamları Yassıada’da gördükleri zulümle, pek çoğu da kahrından Kayseri Cezaevi’nde hayatlarını kaybettiler. Darbecilerden hesap sorulmadı.
Bu durum ileriki yıllarda da darbecilere cesaret verdi. Ne demokrasi kuruldu, ne sistem oturdu.10 yılda bir darbe neredeyse Türkiye gerçeğine dönüştü.

Yıllar boyunca, siyasete nizam vermek adı altında; müdahaleler, muhtıralar, uyarılar, mektuplar ile bizler millet olarak kahrolduk. Siyasetçiler şamar oğlanına döndüler.

Darbelerle yüzleşme, darbecilerle hesaplaşma konusunda çok geç kaldık. ”Zaman aşımıydı, yargılanırdı, yargılanamazdı” tartışmalarına kulak asmayan yürekli savcılar harekete geçmekte gecikmediler. İddianame kısa sürede hazırlandı. Ve “Darbeler Dönemi” bir daha açılmamak üzere kapanıyor. Aslında darbe kararı 12 Eylül’den çok önce verilmişti. Plânlar, mevcut iktidarın ve halkın bilgisi dışında büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğünü yıllar sonra öğrendik. Darbeci generallerden biri, darbenin olgunlaşması için bir yıl bekledik dedi. Binlerce vatan evlâdı, masum çoğu üniversite öğrencisi hayatının baharında kara toprağa düşmüş ne gam? Ne kadar acı bir itiraf değil mi saygıdeğer okurlarım. Halbuki bu, daha fazla kan, daha fazla can demekti.

Şimdi hesap zamanı. Toplumun bütün kesimleri ayakta. En sağdan en sola toplum bu konuda ittifak halinde. İnşallah yeni hazırlanan Anayasa için de bu birliği görmemiz nasip olur. Millet olarak hiç olmazsa bir defa aynı noktada buluşuruz.

Başbakan Erdoğan:
 “Milletin meşru temsilcisi sıfatıyla, ülkeyi yürütme sorumluluğunu üstlenmiş hükümetin mensupları olarak bu davada tarafım” dedi.
nerede bizim Başbakanımız Muhteşem Süleyman ve anlı şanlı Adalet Partili Bakanlar…Demokrasi havarisi Cindoruk nerede? Demirel’in bu konularda en önde yürümesini isterdik. Darbeciler tarafından kaç kez aşağılandı. Hem kendisi hem ülkesi için ilkeli bir davranışı boşuna beklemişiz kendisinden. Ömrünün ahirinde, bizler gibi peşinden koşan milyonlarla helâlleşmesi gerçekleşirdi bu suretle belki. Bu fırsatı ne yazık ki kaçırdı.
Kenan Evren, hastane odasından, başlayan davaya müdahil olmamasına “şaşırdığını” söylemiş. Aslında çok zekice bir gönderme Demirel’e Evren’in sözleri. Evren aslında “bizi neden savunmuyor?” diye soruyor. Milliyet’ten Fkret Bilâ’ya söyledikleri ibretlik. Bu davanın yanlış bir dava olduğunu söylüyor. Gerekçeleri her zamanki gibi lâf salatası.”Ülkenin birliğine zarar verecek” diye eleştiriyor davayı. Evren’in avukatlarının uzun uzun sıraladıkları savunmayı birkaç cümlede özetleyerek tekrarlıyor: “Hangi meşruiyet temeline oturtuyorsunuz? Kimin adına kim hak alacak? O gün çıkan yasalar, anayasa ne olacak?” diyor.

Ne güzel değil mi? 12 Eylül sabahı, milletten aldığı vekâletin gereğini yerine getiremeyen, halkın hukukunu koruyamayan ve koltuğuna sahip çıkamayan adam kendisini deviren darbecilerin hukukunu savunuyor.

Demirel’in, 12 Eylül davasına karşı çıkmasının ve darbecileri savunmasının sebebini ben size söyleyeyim.
Süleyman Demirel, 27 Mayıs 1960 Darbesi ile kurulan askeri vesayet düzeninin, muhafazakâr-sağ kesimi temsil etme rolünü üstlenmiş aktörüydü. Yoksa derin güçler onun hep öğündüğü 6 defa gittim,  defa geldim böbürlenmesine müsaade ederler miydi? Askerin gölgesinde, sınırları oldukça dar demokrasiyi sadece ekonomik alanda sorumluluk üstlenerek sürdürmekle görevliydi. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de altından koltuk alındı ama hiç birinde zarar görmedi. Hiçbirine direnmedi. Kendi hukuku da dahil, hiçbir hak arayışına girişmedi.
Biz ondan hep, Rusya’daki sarhoş Yeltsin gibi tankların üstüne çıkıp haykırmasını bekledik. DEMOKRASİ ADINA. Bugün çıkmış 12 Eylül ile hesaplaşmak için vaktin çok geç olduğunu söylüyor. Peki 1990 sonrasının önce Başbakanı, sonra Cumhurbaşkanı olarak kendisi ne yapmıştı?

Cevabını ben vereyim…

“Doğrudan 28 Şubat Darbesini yapmıştı”      

28 Şubat’ın bir numaralı aktörü Çevik Bir falan değil bizzat Demirel’dir. Başbakanlığı Tansu Çiller’e vermeyerek. Hakkımı helâl etmiyorum.
Saygılarımla.