İlçe pazarının kurulduğu günlerden biri. Hoparlörden filan restorandaki canlı müzikten, falan satıcıdaki ucuz deterjan reklamlarına; “Ayvacı geldi”den, yanlış yere park edilen araç plakalarının sıralanmasına kadar kırk çeşit duyuru. Alışılmış şeyler ya, otuz dokuzuncu duyuruya kadar hiç kimse kılını kıpırdatmadı. Şu gürültü bir dinse, diye beklendi. Ama o son duyuru! İşte o, gözleri faltaşı gibi açtırdı. Ruhlardan bedenlere yayılan sıcak bir duygu, sanki “İnsanlık öldü mü? Git yardım et!” diye zorlamaya başladı.
O son duyuru da neymiş mi? O denli de önemli bir şey değil canım. Şuncağız:
-Saygıdeğer halkımız, içi tıka basa para dolu bir cüzdan kaybolmuştur. Bulanların zabıta müdürlüğüne teslimi rica olunur.
Ortalıkta bir hareket başladı ki, görülmeğe değer.  O an anlaşıldı ki, bu memlekette insanlık hâlâ ölmemiş. Ölmek de neymiş, dimdik ayakta duruyor. Pazar yerindekiler hemen aramalara başladı. Kasaba dışında, bağda bahçede olanlar işlerini güçlerini bırakıp kasabaya koştular.
Böyle bir zamanda durmak da ne demekti? Her yer didik didik edilmeliydi. O para bulunmalıydı. Her birinin içinde, yararlı olmak, içinde onca para bulunan cüzdanını yitirmiş bir insanı mutlu etmek isteği an be an daha bir depreşiyordu.
Bu sırada cüzdanın kaybolma olasılığının en yüksek olduğu kasaba pazaryerine doğru koşar adım yürüyen iki kişi konuşuyorlardı: 
-Çok üzüldüm arkadaş, kim bilir ne zoru vardı. Borç mu ödeyecekti, daha kötüsü icralarda malı mülkü mü satılıyordu? Parayı zar zor derledi de alacaklının suratına çarpmaya mı gidiyordu, kim bilir? İş dediğin sonra da olur, dedim, koştum geldim.
Yardımseverlikte öteki de birinciden geri kalmazdı:
-Onu dedim, beni beklemeyin; gün bu gündür. Bir kardeşimizin yardıma ihtiyacı var, dedim.  Bu kardeşimiz kredi kartı mağdurudur kesin. Borç harç para buldu onu kapatmağa gidiyordu.
Her ikisinin de içinde geçen, cüzdanı başkasının bulamaması, bu iyiliği yapmanın kendisine kısmet olmasıydı.
                                                         …
Pazaryerinde iki tezgah komşusu da gözleri yerlerde cüzdan ararken, bir yandan da yitiren yurttaş için hüzünleniyorlardı. Biri:
-Kim bilir ne derdi vardı? Aldığı çekler sahte çıktı da, malını mülkünü satıp borç ödemeye mi gidiyordu acaba?
Öteki esnaf da sanki yine kendini anlatıyordu:
-Deposuna hırsız girdi de yeni mal mı alacaktı acep?
Keza bunların da bu iyiliği yapmanın kendilerine kısmet olmasından başka dilekleri yoktu.
                                                        …
Bu arada aramalara, pazara alışverişine gelmiş iki köylü de katılmıştı, onlar da iyilik yapma aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı.  Birinci köylü:
 -Üle bu efen, yeni traktör aldı da, eskisini sattı bunun birinci taksidini mi ödeyecekti ki?
İkinci bu düşünceye yüz vermedi:
-Yoh yahu! Tarlaları satmıştır, oğlunun üstüne taksi alacaktır. Dövlet mayışını veriyo. Bi daha mı gelcek bu dünyaya, minip minip gezcekdir.
Bunların amacı da iyilik etmekti. Cüzdanı herkesten önce bulmak için ikisinin de gözü yerlerdeydi.
                                                    …
Bir başka köşedeki iki kişi de, tezgah altında, iyilik yapmak için çabalıyorlardı. 
Bu kez gözleri fildir fildir sağda solda, önden gideni:
-Cüzdan tıka basa dolu mu dediydi o hatun?
Arkadan giden yanıt verdi:
-Hee, tıka dedi, bir de basa dedi.
Öndeki endişeliydi, bir daha sordu:
-Bir daha bulundu mulundu diye ses etmedi, değil mi?
-Etmedi.
-Aman etmesin! Kırk yılda bir iyilik yapacağız!               
                                                   …                  
Pazaryerindeki tezgahların altı bile emekleyen insanlarla dolup taşmıştı. Arada bir ayağına basılıp,  “Ciyaaakkk” diye ses çıkaran mı ararsınız, tezgahtan kafasına elma armut düşüp de tadına bakan mı? Ama, serde iyilik etme aşkı var ya, hiç kimse pes etmiyordu. Artık kasaba, kasaba değil, bir uçtan bir uca cüzdan arama alanıydı. Aramalar pazaryeri ile de sınırlı kalmadı, yan sokaklara, mahallelere taştı. Uğranmadık çıkmaz sokak, kaldırıp bakılmadık tekerlek altı kaldı. 
Yalnız aramanın en yoğun anıydı ki, her zaman olduğu, önce “Galk”, “Gulk”  diye sesler çıktı belediye hoparlöründen. Aynı kadın konuşuyordu. Ama o ahenkli ses birkaç saat içinde nasıl da cırtlak bir şey olup çıkmıştı öyle:
-Değerli kasabalılar, aranan cüzdan bulunmuştur. İlginize teşekkür ederiz.
 İşte tam o anda bir uğultu yükseldi:
-Tüüüühhhh!