Üç tarafı denizle çevrili bir deniz ülkesiyiz. Ancak bu kaynakları bir türlü yeterince kullanmayı beceremedik. Kimler geldi, kimler geçti ama hiçbir hükümet, hiçbir babayiğit Başbakan ülkemizi deniz ülkesi haline getiremedi.
 
                Uzun yıllardır fikir üreten birçok beyin deniz ülkesi olma yolunda birtakım projeler sunarken maalesef yöneticilerimiz bunca öneme sahip denizlerimize üvey evlat muamelesi göstermiştir. Denizle uzaktan yakından ilgisi olmayan İsviçre’de Deniz Bakanlığı varken ülkemizde hala müstakil bir bakanlığın olmaması dikkat çekisi değil mi? Bilmeyenlere hatırlatayım bu konuda faaliyet gösteren bakanlığın tam adı “Ulaştırma Denizcilik Ve Haberleşme Bakanlığı”’dır. Yani otobüsle, telefonla, asfaltla ve posta ile birlikte denizi de arada idare etmeye çalışıyorlar. Verilen önemi başka nasıl anlatabiliriz ki? 
 
                Gerek nüfus gerekse yüzölçüm olarak yanımıza bile yaklaşamayan birçok ülkede deniz ve deniz ürünleri en önemli gelir kaynağı olurken biz bırakın denizden gelir elde etmeyi daha balık tüketiminde olması gereken noktada bile değiliz.
                Balık insanlık tarihinin en eski besin kaynaklarındandır. Protein içeriği ve A, D, K ve B grubu vitaminleri açısından zengindir, iyot, selenyum, fosfor, çinko ve magnezyum mineralleri bakımından da iyi bir kaynak olan balık ayrıca insan vücudunda üretilemeyen ve mutlaka besinler yoluyla vücuda alınması gereken çoklu doymamış yağ asitleri ve de omega-3 açısından en önemli besin kaynağıdır. Uzmanlar haftada en az 300gr balık tüketilmesini önermektedir.  Ancak Türkiye'de kişi başına balık tüketimi yılda 8 kilogramda kalırken Dünya ortalaması 16 kilogram Avrupa Birliği ortalaması ise 22 kilogramdır. Yine bilinen bir gerçek de balıktan aldığımız vitaminlerin hafızayı kuvvetlendirdiğidir.
                Balık tüketmiyoruz, tüketilmesinin teşvik edildiğini de çok fazla göremiyoruz. Ha bu arada ülkemizin sahillerini heba eden balık çiftliklerinden elde edilen rantlara göz yumulmasını kimse “al işte balık üretimine destek” diye yutturmasını çalışmasın, yemezler.
                Bunları düşünürken birden aklıma sayın büyüklerimizden bazılarının yaptıkları ve söyledikleri geldi, daha doğrusu bir öyle söyleyip bir böyle söyledikleri geldi desem daha doğru olur. Hani “Devlet pkk ile görüşmez”, “bunu söyleyen şerefsizdir”… gibi ifadelerden sonra “elbette görüştük, MİT Müsteşarını ben görevlendirdim” cümleleri arasında ping-pong topu misali gidip gelen ifadeleri kaç kişi hatırlıyor. Ya şehide “kelle”, terörist başına “sayın” söylemini. Peki yüzyıllardır onurumuz olan askerlerimizin başına çuval geçirilmesinin intikamını alan (!)  Polat Alemdar ve arkadaşlarının bu kahramanlığı (!) çuvalın onur kırıcılığını ortadan mı kaldırdı? Geçen gün sayın Başbakan Balyoz davasında hüküm giyen Emekli Orgeneral Ergün Saygun ziyaret ederek destek (!) mesajları verdi. Sahi Başbakan’ın  birkaç sene öncesinde  “bunlar darbecidir, bunlar bugüne kadar ülkeye en büyük kötülüğü yapmışlardır” , “Ben bu davanın savcısıyım” dediğini kaç kişi hatırlıyor? Söylemler arasındaki çelişkiyi fark etmek için geçmişi hatırlamak gerek. Hatırlamak içinse hafızanızın güçlü olması gerek.
                 Ben ve birçok arkadaşım bunları hatırlıyor ve yorumluyor. Ne tesadüf ki bizler balığı çok seviyoruz ve tüketmeye özen gösteriyoruz. Hafızamızın kuvvetli olmasında balığın mı etkisi var? Bilmem ama ben balık yemeyi seviyorum ve sorumluluğumdakilere ve özellikle çocuklarımıza balık yedirmeye özen gösteriyorum.
                   Yazımı bitirirken az balık yiyen bir arkadaşım yanıma geldi ve bana sordu; bu yazımla “Birileri halkın hafızası zayıf kalsın da zikzaklı açıklama ve eylemleri hatırlayıp sorgulama yapmasın diye mi balığı es geçiyor” mu demek istemişim? Yok canım ne alakası var bakın bakalım yazının başlangıcından sonuna bunu içeren tek bir söz var mı? Ama ben o arkadaşıma da söyledim “az balık yediğin için böyle, çoook balık yemen lazım.”
                     Değerli okurlar sizce de “bizim çooook balık yememiz gerek” derken haksız mıyım?