Adı, rengi ne olursa olsun, kokusu nasıl olursa olsun, her çiçek ayrı dilde yazılmış bir şiir, bir şarkı, bir mektuptur. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı durumlarda bu yüzden hep ona (çiçeğe), onun diline başvurulur.
Kırılan gönüller, ancak arada çiçek varsa yeniden yumuşar. Unutulmuş, verilen sözler araya çiçek alınırsa affedilir.
Yüce dinimiz İslâm’ın, Büyük Resûl’u Hz.Muhammed gül ile anılır.
Çiçek nedir görmeden, bozkırlara dalmışsan
Çaldığın kapılardan hep nasihat almışsan,
Üstelik bu alemde, aşktan mahrum kalmışsan,
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın.
 
Su verdiğin goncalar, açmadan soluyorsa
Sığındığın geceler insafsız oluyorsa
Üstelik bu hikâye, aşksız son buluyorsa
Desene ki güzelim, sen hiç yaşamamışsın.
Yukarıdaki dizelerde, ifadesini bulduğu üzere çiçeksiz ne aşk ne de dünya mümkün.
Dünya telâşı, hayat gailesi içerisinde, hemen her gün geçtiğimiz parktaki sarmaşığın yapraklarının arasına topladığı, küçük kuşların farkına hiç vardınız mı? Ya bu coşkulu sarmaşığın dallarının her yıl nerelere kadar uzandığına dikkat ettiniz mi?
Geçtiğimiz sokaklardaki akasya ağaçları, biz farkına varmadan kaç yıldır süsleniyor, sevinçli,
mahçup bayram çocukları gibi.
İğde ağacı, ıhlamur ağacı gördünüz mü hiç çiçek döneminde. Etrafına rayihalar saçan bu güzellikler artık görünmüyor.
Boşlukta öyle duruyor, insana uzanan dallardaki çiçekler farkında mısınız?
Sanmıyorum…
“Sordum sarı çiçeğe, annen baban var mıdır” ilâhisi, mukaddes gün ve gecelerin ahengi değil midir?
Anamızın, eşimizin nakış nakış işlediği yastık yüzlerinin çiçeklerini unuttunuz değil mi? Ömrümüzün en huzurlu gecelerini, başımızı koyduğumuz bu yastıklarda geçirmedik mi?
Koskocaman çiçek bahçesidir aslında yaşadığımız dünya. Ne yazık ki, biz insanoğlu; arılar, kelebekler kadar farkında değilizdir bu bahçenin.
Eskiden duvar diplerinde, dam başlarında açardı çiçekler. Şimdiyse beton binaların balkonlarında; gör beni diyor. Görmezsen yok olacağım. Kaldır başını bana bak! Hayatına renk gelsin. Ey insanoğlu! Unutma beni. Kokumu da mı duymuyorsun? Oysa binlerce çiçekten biri, birkaçıyım ben…
Açan her çiçek, bahar müjdecisi olduğu kadar; bir şarkının bestesi, bir türlü ifade edilemeyen aşkın, önsözü değil midir?
Yüz binlerle ifade bulan şiir, şarkı, içinde barındırdığı çiçeklerle okşamıyor mu ruhumuzu?
Eğer insan bir çiçeği seviyorsa, onun yüzünü seyretmek ya da uzanıp dokunmak, cennet yüzlü, yeni doğmuş güzelim bebeğin tertemiz yüzünü seyretmek gibidir çoğu zaman…
Baharın dili çiçektir, onunla söyleşmeyi bilenler için.
Çok kimse farkında bile değildir; yeni doğan bebeğin kulağına okunan Ezan-ı Muhammedi sonrası fısıldanan isimlerin: yasemin, lâle, çimen, çiğdem, reyhan, defne, menekşe, papatya, melisa ve daha nice çiçek adlarının isim olarak kızlarımıza uygun görmüşüzdür.
Çiçek, hep baharı resmettiği kadar, farklı mevsimlerde karlar içinde “kardelen” ismiyle, tabiat harikası görünümüyle sevenleri mest eder. Bazen de kayaların arasında “kaya menekşesi” olarak çıkar karşımıza.
Hüzünlü güz mevsiminin gülü, “güz gülü” dür.
Bakın, şair-bestekar Necip Gülses, o nefis şarkısında
Bize nasıl sesleniyor.
İnan ki ağlamadım, hüzünlüyüm sadece
Gözlerimdeki nemler çiğ gibi, yağar böyle her gece
Güz gülleri gibiyim, hiç bahar yaşamadım,
Ya sevmeyi bilmedim yıllarca, ya sevince geç kaldım
 
Şimdi delicesine sevmek istesem bile
Sonbahar sisi çökmüş üstüme, sevincim buruk yine
 
Sözün özü, “çiçek aşkın dilidir.”
Saygılarımla.