Mediha, kocası Şakir ve iki çocuğuyla bir köyde yaşamaktadır. Mutlu bir yaşamları vardır. Kendiliğinden oluşan evdeki iş bölümüne göre, tüm dışarı işlerini Şakir yapar.  Mediha da ev işlerinin yanında çocuklarıyla ilgilenir; bir de pazarın kurulduğu günler ilçeye alışverişe gider. Evin tüm pazar gereksinmesini de o bilir.  
Aslında onun bilinen adı Mediha değildir. Kütüğünde öyle yazsa da, söylenişi zor geldiğinden, önce Mediya’ya dönüştürülmüş, gitgide de Medya olup çıkmıştır. Ondan sonra Medya aşağı Medya yukarı. O da alışmıştır yeni adına, hiç yadırgamaz. 
Mediha, olay gününe kadar adından hiç mi hiç rahatsız olmamıştır. Ha Mediha ha Medya, ne değişirdi ki?
İlçe pazarı cumaları kuruluyordu. Perşembe akşamı Şakir tutturdu, “Bu hafta pazara ben gideceğim.” diye. Yapacak işi mi kalmamıştı ne. Mediha, “Sen şimdi ısmarlananların yarısını unutur gelirsin” diyecekti, vazgeçti. İçinden, “Adamcağız kırk yılda bir iştahlanmış, hevesini kırmayayım.” dedi. 
Şakir o gün erkenden kalktı, ilk dolmuşa yetişti. Yarım saat demeden ilçeye ayak basmıştı bile. Küçük bir ilçe olsa da, güzel binalar, geniş ve tertemiz sokaklar, her yanda yalnızca bayram törenlerinde gördüğü türden kalabalıklar hoşuna gitmişti. “İnsan yüzüne hasret kalmışım yahu, ara sıra geleyim” dedi, usulca. Sonra pazaryerine doğru yürümeye başladı. Önünde yürüyen iki kişi de aralarında konuşuyorlardı. Biri biraz dertliceydi: 
— Ah ulan şu medya var ya, yaktı kavurdu beni.
Öteki de medyayı savunuyordu:
— Sen zaten bağrı yanıksın birader. Medya sana ne yapabilecek. 
— Öyle deme be abi, vallahi ciğerim yanıyor. 
Şakir, konuşmaları dinledikçe düşüncelere daldı. Ne demek istiyorlardı. Adını andıkları Medya, karısı olabilir miydi? İçini bir huzursuzluktur kapladı. Her ne kadar “Bu kalabalıkta bir benim karı mı var Medya” diye düşünse de, içinde bir acaba oluşmuştu. 
 “Bari alışverişimi yapıp döneyim” dedi. Kalabalığı yarıp ilerledi. Çocuklar çerez istemişlerdi. Gördüğü ilk çerezci dükkânına daldı. Ama orada da gençten bir müşteri çerezciye dert yanıyordu;
— Ah amcacığım! Çok paran olacak, basacaksın parayı, aha böyle. Alacaksın avuçlarına medyayı; ooh keyfe bak!
Şakir’in başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Ama adama yanıt  vermekten de geri kalmadı:
— Alamazsın!
Genç, Şakir’e döndü, bu köylünün bir şeyden haberi yok der gibi küçümseyerek baktı:
— Eh, şimdilik alamam. Ama bir gün paralanayım o zaman görürsün!
Tam anlamıyla emin olamasa da kuşkuları gitgide artıyordu. Durum çok ciddiydi. Dedikodusu yapılan Medya karısı mıydı, yoksa başka bir kadın mıydı? Hazır bu gence rastlamışken durumu aydınlatmalıydı:
— Arkadaş, senin bu Medya dediğinin başı açık mı, örtülü mü? 
Genç bilmiş bilmiş baktı:
— Hem açık hem örtülü.
“Bak sen, gelip bir süre sonra başörtüsünü çıkarıyor” dedi, içinden. Yalnız “Açık” dese, “Başkasıdır” deyip rahatlayacaktı, olmadı. 
— Peki, bu Medya dediğin uzun boylu mu, kısa boylu mu?
—Ağabey, medya bu; uzun. Eli kolu da uzun. 
— Peki, esmer mi? 
— Değil değil, öyle kapkara şeye kim döner bakar. Bu renkli, yanağından kan damlıyor. 
Olmuyor, eşeledikçe altından karısı çıkıyor. Uzun boylu, sarışın, kanlı canlı. Bir “Ööf!” çekti, kendini dükkândan dışarı zor attı.  
İlerlerken “Bari köyde bulunmayan meyvelerden alayım” deyip, bir sergiye yanaştı. Ne var ki, konu orada da Medya’ydı. Usta çırak hem satış yapıyorlar hem de sohbete devam ediyorlardı. Ustası:
— Oğlum, bu medya ile hükümet bile baş edememiş. Gizli bir şeyi mi var,  çıkarıverir ortaya. Aman aman aman!
Bu kadarı da fazlaydı artık. Medya’yı bir daha pazara göndermek şöyle dursun, elinden bir kaza çıkacağından korkmaya başladı Şakir. 
Peki, görevlilerin eli armut topluyordu? Dayanamadı:
— Zabıtalar alıp götürmüyor mu, o kadar rezilliğe göz mü yumuyorlar?
Bu kez çırak söze girdi:
— Amca be, sen dağdan mı indin? Medyayı tanımadığın nasıl da belli oluyor.     
— Hıı! Tanımam öyle mi?
— Nerden tanıyacaksın. Bu iş para işi bir kere. Parayı basan istediği gibi kullanır. Paran yoksa dönüp bakamazsın bile. 
Şakir çıldırsın mı, dellensin mi bilemiyordu. “Pazara niye kendin gelmezsin. Bak işte başına neler gelmiş de haberin yok” diye diye pazaryerinin öte başına doğru yürümeye  başladı. Bir süre sonra karşısına elinde sakız satan çocuk denecek yaşta biri çıktı. Şakir “Oldu olacak, bir de buna sorayım” dedi:
— Evladım, Medya’yı bilir misin? 
— Bilirim.
— Tanışır mısınız?
— Ben onu tanırım da o beni tanımaz.
Ardından Şakir’in yüzüne dikkatlice baktı: 
— Bizde öyle şeylerle uğraşacak parı mı var be amca? Zaten yaşımız tutmaz. Mektebe bile gidemiyoruz şurada.        
Şakir’in içi daha bir karardı. “Öyle ya, zamparalık adı üstünde para işi!” diye mırıldandı.   
Daha hiç alışveriş yapmamıştı ama, ayakları “Artık dön” diyordu. Dönüş yoluna koyuldu. Ama kurtuluş yok ki; burada da Medya konuşuluyor. Bu kez bir grup; içlerinden biri;
— Bu medya da yalnız kendi işini yapmıyor ki kardeşim. Hükümetleri devirmek onda, silah sanayine el atmak onda, ihale kovalamak onda. Bıktırdı artık!
Şakir içinden “Adam gibi kendin gel. Karıyı pazara yollayacak ne vardı? Bak karıştırmadığı halt kalmamış” derken, gruptan bir başkası hayıflanmaya başladı; 
— Şu medyayı ele geçirenler paranın hasını götürüyor, haberiniz olsun.
 “Yahu, bu karı bir de birilerine para mı kazandırıyor?” dedi ve yürüyüşüne hız verdi. Garaja geldiğinde köyün dolmuşu kalkıyordu, son anda bindi. “Hiç alışveriş yapmamışsın Şakir abi” diyen muavine karşılık bile vermedi. Yeri zamanı mıydı şimdi?
Dolmuş biraz ilerleyince şoför radyoyu açtı. İnce sesli bir bayan haberleri okuyordu. Falanca partinin filan yetkilisi “Medya üzerindeki baskılar kabul edilemez” dedi,  deyince Şakir içinden mırıldandı; “Görürsünüz siz baskı nasıl oluyormuş.”
Eve vardığında Mediha tavuklara yem veriyordu. Hiç bir şey söylemeden gırtlağına yapıştı; çocuklar yetişmese kötü şeyler olacaktı. Babalarına, o medyanın başka bir şey olduğunu, anneleri ile ilgisi olmadığını uzun uzun anlattılar. Şakir sakinleşir gibi oldu;  yanlışını anlamış olmalıydı. Ama yine de sormadan edemedi:
— Haydi, hepsini anladık da, hükümetle niye uğraşıyorsun be kadın?