Eleştirmek o kadar kolaylaştı ki şu sıralar. Aslında  “eleştiri” değil de kara çalmak, çamur atmak moda oldu bu sıralar. Yazıları, yorumları, haberleri beğenmeyebiliriz zaman zaman. Hoşumuza gitmeyebilir de… Eleştiri hakkımızı sonuna kadar da kullanabiliriz. Bu bizim en doğal hakkımız. Amennâ…

Amma…

 

Eleştiriyi yapanlar önce kendilerine bir baksınlar! Dün ne yapıyorlardı, ne söylüyorlardı, neler yaşıyorlardı? Hangi düşüncenin peşinde koşuyorlardı ya da “tetikçiliğini” yapıyorlardı? Kimlerle hangi ticari-siyasi-ahlaki-şahsi ilişkiler içindeydi?

 

Ya dün oldukları yer yanlıştı, ya da bugün bulundukları yerde bir beklentileri var. Ne dünü inkâr ediyorlar ne de savunmaya cesaret (!) edebiliyorlar? Kendileri ile alakalı olmayan konularda bile birden yorum yapma yürekliliğini (!) gösteriyorlar. Hatta hatta, dün kendilerine farklı sıfatları yakıştıranlarla bugün “kanka” olabiliyorlar…

 

Bir zamanlar söylendiği gibi bu zatlar da “değiştim-geliştim” moduna mı girdiler birileriyle yarışırcasına? Yoksa işin içinde çıkar mı var? ”Malûm ilişkiler” koparsa endişesini mi o cesur yüreklerinde taşıyorlar acaba?

 

Önce bir aynaya bakma nezaketini göstermeliler bence… İnanın aynadaki asla yalan söylemez onlara. Hem “dün”ü hatırlatır, hem “bugün” bulunduğu yeri, hem de “yarın” nerede olacağını net bir şekilde söyler kendisine…

 

Hani derler ya “Bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” İşte o misâl.

 

Eleştirin efendiler, eleştirin!

 

İster insafsızca eleştirin, ister edeplice…

 

Amma…

 

Ağzınızdan çıkanı kulağınız mutlaka duysun.

 

Dün aynı konuda siz ne söylemiştiniz, hatırlıyor musunuz? Yoksa beyniniz  “dumûra mı uğradı?

 

Haydi,  “yüzleşme”  vakti!