Elindeki çantaya baktı. İçinden “Gitti bir çeyrek altın daha” diye geçirdi. Kurada on üçüncü çıkmıştı  Gülşen Hanım. On iki haftadır bulup buluşturup birer çeyrek altın yetiştiriyordu güne. On üç çeyrek altın haftaya kendisine gelecekti. Yatırım diye düşündü. Biraz rahatladı. 

Çeyrek altın paketini çantadan çıkarıp cebine koydu, ortaya koyması kolay olsun diye. 

            …

 

Merdivenleri hızlı hızlı çıktı. Kapı açıktı; yenile biri gelmiş de unutulmuş olmalıydı. Biraz gecikmenin de telaşı ile buyur edilmeyi beklemeden içeriye daldı. Salona girdi; içerisi tıklım tıklımdı. Kıyıda zar zor bir yer bulup ilişti. Herkes çeyrek altın paketlerini sehpanın üstüne koymuştu. O da köşesine özenle yerleştirdi. 

Salonda değişik bir koku vardı. Hoş bir kokuydu bu. “Bizim Meliha böyle parfüme filan para vermez ya, dur bakalım” dedi, içinden. Ama, değişiklik bununla da kalmıyordu. Sallanan sarı lambaların yerini pahalı avizeler almış; gıcırdayan koltuklar gitmiş, yerini oturmaya kıyılamayacak güzellikte yenilerine bırakmıştı. İlk anda gördüğü değişiklik meraklandırmıştı Gülşen Hanım’ı. Sağısolu bir güzel süzdükten sonra mutfağa döndü; bağıra çağıra:

- Melihaaa! Gömü mü buldunuz kız? 

Mutfaktan hiç ses gelmedi. Salondakiler şaşkın şaşkın ona bakıyorlardı. Gülşen hanım salondakilere tek tek baktı. “Bizim günde bunlar var mıydı? Hiç dikkat etmemişim” dedi. Önemi de yoktu gerçi, bu saatten sonra. İşin sonuna gelinmişti. Haftaya toplayacaktı verdiği tüm altınları. 

Ama o Meliha’ya takmıştı bir kez. “Hani ekmek parası yoktu. Hani orta parmağı tettirip gırtlağa vurmalar; tın tın sesleri çıkarmalar. Şu avizelere bak altın suyuna batırılmış. Yok yok bas bayağı altın bunlar. Hem de yirmi dört ayar.”

 Mutfağa doğru bir daha bağırdı: 

- Hani yok yoklar ne oldu? Kaybolursun böyle…

Salondakiler de hiç şakadan anlamıyorlardı. Önemli bir haber veriyormuş gibi, yine buna dikkat kesildiler. Altın günü bu. Dedikodu yapacaklarına, sirk gelmiş gibi bunun hareketlerini izliyorlardı. Bu da ilgi görmenin keyfiyle mutfaktaki Meliha ile olup bitiyordu. 

Bir ara gözü perdelere takıldı. “Hııı” dedi “Perdeler de değişmiş, şıkkı yok gömü buldu bunlar. Bilemedin, o züppe kılıklı kocası banka soydu. Züppe müppe ya becerikli

demek. Bizim herif karalaması, azıcık becerikli olsaydı da bir günyüzü gösterseydi. Altın günleri ile kız çeyizi biriktiricem diye canım çıkıyor”.

 

                 …

 

Gülşen hanım bu düşüncelere dalmışken, elinde pasta tabakları ile üst komşu içeri giriverdi. Bizimki buna daha çok şaşırdı. “Bak seeen!” dedi “Hani bu süslü Fatma bu evin kapısından adımını atamazdı. Hani bacaklarını kırardın?”                

Bu şaşkınlıkla bir daha seslendi mutfağa:

- Kız Melihaa! Ne oldu, tükürdüğünü yaladın mı?

  Bu kez konuşma sırası Fatma Hanım’a gelmişti:

- Ne Melihası kadın. O, bu kapıdan içeri girerse kötü olur.

Fatma hanım, kim bu der gibi de çevredekilere bakıyordu.   

 Bizimki ne diyeceğini bilemedi. Üstüne bir kazan soğuk su dökülmüş gibiydi. İçinden “Meliha nerde?” demek geçti, demedi. Şaşkındı. Sehpaya baktı, kendi çeyrek altın paketini gözüne kestirdi. Ani bir hareketle kaptı ki, o an her kes sehpaya yöneldi ve hep bir ağızdan çığlığı bastılar:

 - Hırsız vaaar!

Gülşen hanım “Hayır. O beniiim!” diye bağıra çağıra kendini dışarı zor attı. Bir kat aşağıda dönüp ardına bakacaktı ki, o kapı da açıktı. Kapıdaki ses:

- Nerde kaldın Gülşen hanım?  İki saattir seni bekliyoruz.

Meliha hanımın sesiydi. Hemen içeri girdi. Kapıyı hızlıca kapadı. 

Salona geçti. İthal parfüm kokusundan eser yoktu. Sarı lamba tavanda, yoksul gelini gibi hala sallanıyordu. Kendini koltuğa bıraktı; koltuk gıcır gıcır ses çıkardı.  Meliha’nın on yıldır değiştiremediği yoşuk perdeler de yerli yerinde duruyordu. “Dünya varmış” dedi içinden, arkasına yaslanırken. 

Tüm konuklar şefkatle bakıyorlardı Gülşen Hanım’a. Her biri sırayla hal hatır sordu. Mutluydu. Yine mutfağa bağırdı:

- Neler hazırladın Melihaam?