Müsteşrikler (batının gözü dile doğu ilmiyle uğraşan, oryantalist) yazdıkları eserlerde diyelim ki; 90 doğrunun içine 10 yanlışı yerleştirerek Müslümanların iman ve teslimiyetlerini tarih boyunca sarsmaya çalıştılar. Günümüze gelirsek, Son bir-iki yıldır yaşanan siyasi ortamda da iktidarın, Hizmet Hareketine amansız saldırmasını görüyoruz. Sanılanın aksine bu durum, Hizmet’i sadece güçlendirmektedir.

     Burada önemli bir noktaya temas etmek isterim saygıdeğer okurlarım. Hizmete gönül vermiş kardeşlerimin maneviyatını sarsarak iktidarca yaşatılan zulmü ve hukuksuzluğu, hizmetin dışındaki kişilerde işin özünden uzaklaştırılarak hafifletici gösteren argümanlar öne sürülüyor, basının bazı yazar çizer takımınca. Anlatalım:

     Hizmetin, onu öldürmek için haksızca ve hukuksuzca boğazının sıkıldığı bu günlerde “ Cemaat’in de hatası olmadı mı?” suçlamasında bulunuluyor. Bir de, Hizmet, Ergenekon, Balyoz gibi davalarda yaptığının karşılığını görüyor zehiri akıtılıyor.

     Doğrudan eski hale dönmede, gerçeği kabullenmede zorluk çeken yazarlar da, kıvırtarak bir şeyler yazmaktalar bu günlerde. Örneğin; Ahmet Taşgetiren bakın neler diyor:

“ Cemaat’in problemi bizatihi varlığından kaynaklanmıyor. Hiç kimse cemaate okul, dershane açtığı, fakir fukaraya yardım götürdüğü için kızmıyor. Problem, cemaatin siyaseti yönlendirmeye çalışmasında, politika empoze edip, o politikaya uyulmadığını gördüğünde, devlet içerisindeki uzantılarını, siyaseti terbiye etmek için kullanmasında ortaya çıkıyor. Bir cemaatin siyasi düşüncesi olur mu, olur. Bir gazetede yazar mı, cemaat mensupları, yazar. İktidarı eleştirirler mi, eleştirirler. Ama cemaatin bir mensubu görevli bulunduğu devlet dairesindeki müsteşarı, bakanı dinlemez de, cemaatin merkezinden kaynaklanan inisiyatifi kullanmaya kalkarsa, işte problem buradan çıkıyor.”

     Taşgetiren’in yazdıklarına elbette cevabımız olacaktır. Yazarın, cemaate yönelttiği suçlamaları haklı çıkaracak tek  delilin, bir yılı aşkın zamandır ortaya konulamadığını söylemeliyim. Demek ki, bu suçlama, her şeyden önce mevcut  pratikte doğru değil. Çünkü cemaat hukuksuzca bir davranış olarak, tamamiyle bitirilmek üzere yurt dışındakiler dahil, bütün müesseseleriyle hedefte.

     Siyaset nedir? Halkın iradesiyle iktidara gelmek değil mi? Peki siyaseti yönlendirecek olan hukuk değil midir?

     Şu ana kadar cemaat’e mensup diye sorgulanan, içeri alınan, görevinden azledilen onca Emniyet ve Yargı mensubunun, kış kıyamette sürülen binlerce öğretmeninin, polisin, hukuksuz davrandığına dair tek bir delil ortaya konabilmiş midir? Hayır.

     Şahsi meselelerde, kişiler davalarından vazgeçebilirler. Hatta bu davranış bir erdemdir. Fakat mesele; millet meselesi, ülke meselesi, hak ve hukuk meselesi, milyonlarca kişinin meselesi ise burada kimse fedakârlıkta bulunamaz. Fedakârlık ihanet olur. Yüce dinimiz İslâm’ın kitabı Kur-an’da bu konu şöyle açıklanıyor:

“ Mü’minlerde, iki taife birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulun. Bir taraf diğeri aleyhine tecavüz edecek olursa, tecavüz eden tarafla, Allah’ın emrine boyun eğinceye kadar savaşın. Artık boyun eğerse bu iki taifenin arasını adaletle bulun ve adalet hususunda titiz davranın. Allah, adalet hususunda titiz davrananları sever.” (49: 9-10)

     Netice itibariyle sulh hayırdır. Ama sulh, adalet, hem de titizce adalet üzerinde yapılırsa, o zaman hayırlı olur.

     Saygılarımla.