Ömrüm oldukça bu talihsiz ve acı günü unutmayacağım, unutturmayacağım. Kin ve nefret hisleriyle hareket ediyor değilim. Güzel ülkem insanının bir daha böyle bir vahşeti yaşamamasıdır dileğim. Tabii ki; askeri darbeleri de…
Ama ne yazık ki; hak etmeyenlerin, millet oyu ile iktidara gelemeyeceklerini bilenlerin, demokrasi ile yönetilen herhangi bir ülkede asla düşünülemeyecek, tasavvur dahi edilemeyecek olayların cereyan ettiği meş’um günün üstünden 52 yıl geçti. Yaralarımız yine depreşti. O günün mağduru, fakat hatıraları daima kalbimizde saklı, dualarımızın vazgeçilmez masumlarına ait pek bilinmeyen, çok uzun yıllar önce not aldığım ajandamdan bir-iki anıyı sizlerle paylaşacağım. Ama önce 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesine giden yola taş döşeyenlerin bir kaçını hatırlatmak lâzım ki; ak kaşık sanılanları milletim bilsin.
555-K, MİLLİYET’in ANKARA BÜROSUNDA ÜRETİLDİ…
Hani, o günün Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı rahmetli Adnan Menderes’in; Ankara-Kızılay’da halkın içinde korumaları olmaksızın yürüdüğü, halkçıların büyük keyifle anlattıkları bir olay var, kendilerinden birilerinin, Başbakan’ın yakasına yapışıp, Hürriyet istiyoruz diye diklenmelerine, merhumun, “İŞTE! BAŞBAKAN’ın YAKASINA YAPIŞMIŞ HALDESİNİZ, BUNDAN BÜYÜK HÜRRİYET OLUR MU?”cevabını verdiği, o günlerde üniversite öğrencisi olan Deniz Baykal ve Alev Coşkun-kendisine sevgi ve saygım vardır, bu ayrı mesele- olduğu söylenen (kendilerinden biz değildik gibi bir düzeltme ve yalanlamayı 50 yıldır duymadık, sükût ikrardan gelir) o gün var ya, işte o güne nasıl gelindiğini anlatacağım, sonra bir-iki Yassıada hatırası.
Darbenin önemli sloganlarından 555-K’nın nasıl ve nerede üretildiği gerçeği…(5 Mayıs saat 5’de Kızılay’da) o günlerin gazetecisi sonraları CHP Milletvekili ve Genel Sekreteri İlhami Soysal kitabında nasıl anlatıyor:
 “Cemal Gürsel’in emekli olup darbeden 3 hafta önce yayınladığı veda mesajını (03 Mayıs 1960) Milliyet Ankara bürosundan teleksle İstanbul merkezine geçerken gene aynı büroda bir takım genç insanlar; Altan Öymen, Onur Öymen, Orhan Birgit, Coşkun İrvalı, Altan Tuna ve daha başkaları, iki akşam sonrasının ünlü “555-K” gösterisini plânlıyorlardı. Beşinci ayın, beşinci günü, saat beşte, Kızılay’da anlamına gelen bu parola, 27 Mayıs devrimi öncesinin Gazi Osman Paşa Marşı kadar ünlü sloganlarından biriydi ve gerçekten de 5 Mayıs’ta Başbakan Adnan Menderes ile İçişleri Bakanı Namık Gedik, Kızılay’da halkın arasına karışmak cüretini göstererek, yuhalanacak ve yaşlı bir gazeteci ağabeyimizin Emin Karakuş’un arabasına bindirilerek güçlükle olay yerinden uzaklaştırılacaktı. “İlhami Soysal’ın yazdıkları bunlar. Ben yeri gelmişken Milliyet’le ilgili, birkaç bilinmeyeni de siz değerli okurlarıma nakletmek isterim. Yıl 1968-69. İktidarda Adalet Partisi, Başbakan Süleyman Demirel…Büyük bir hevesle yatırım hamleleri hızla devam ediyor. Demokrat Parti’nin bıraktığı yerden.1973-75’lerde Anadolu’da yolu, suyu, elektriği, okulu olmayan köy kalmamıştı. İstanbul’a 1870-80’lerde,cedlerimiz Osmanlı Padişahlarının hayal ettiği, projelerini hazırlattığı, bu dünyanın en güzel şehrine inci gerdanlığı (İSTANBUL BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ) yapmaya sıra geliyor. Ülkemizin en büyük el freni, istemezük korosunun baş solisti CHP ile Milliyet elbirliği ile “KÖPRÜYE HAYIR!” kampanyasını başlatıyorlar. Neden istenmiyor efendim? Ülkemize, güzel İstanbul’umuza, şimdilerde TRT televizyonunun akşam haberlerinde spikerin arkasında şakım şakım ışıldayan Boğaz Köprüsü görüntüsüyle bana bu acı hatırayı anımsattı. Milliyet’in sahibi o günlerde Ercüment Karacan’ın oğlu Ali Naci Karacan. Bu kampanyaya (köprüye hayır) niçin karşı çıktığını sonraki yıllarda öğreniyoruz. Köprünün Avrupa yakasındaki ayağının oturacağı yerde tesadüfe bakın ki, Karacan’ların yalısı bulunuyor. Kaçınılmaz sonuç, istimlâk edilecek. Malûm CHP’nin köprü inşaatını baltalama yönündeki hukuki süreci elbette oluyor, Demirel yılmıyor, sonuçta mantık ve ülke kazanıyor. 12 Mart 1971 Askeri Muhtıra sonucu Başbakanlıktan istifa eden Demirel, Boğaziçi Köprüsü’nün resmi açılışının yapıldığı 29 Ekim 1971’deki açılışa davet edilmiyor. Bugünlerde ise, inşallah 3’üncü Boğaz Köprüsünün ihalesi olacak. Üçüncü pırlanta gerdanlık da İstanbul’a çok yakışacak. Milliyet’in bu art niyetli çıkışı kimseye yaramadı. Aydın Doğan’a satıldı. Aydın Bey de Milliyet yazarlarının bazılarından çok çekti. Lânet olsun deyip, o da sattı. Ali Naci Karacan’ın iki oğlu, TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in babası Erdoğan Demirören Beyefendiyi tavlayıp, ortak olarak Milliyet’i tekrar ele geçirdiler. Ortaklık oranları % 5 gibi, az bir miktar idi. Bu kadarcık hisse ile gazeteye konup, Demirören’leri saf dışı bırakmak istediler. Sonuçta ilâhi adalet tecelli etti. Gazete Demirören’lerde kaldı. Karacan Kardeşler yurt dışına kaçtılar. Milyonlarca dolarla. Hem devletimiz hem Demirören’ler mağdur oldu. Allah’ın razı gelmediği her olay gibi Milliyet’in art niyeti 40 sene sonra kimleri vurdu. Köprüye Hayır!cılardan CHP mi? O da halâ iktidar yüzü göremiyor! Niyetin halis olacak arkadaş!
 
GELELİM YASSIADA GÜNLERİNE…
Üç mübarek devlet adamının idamları takiben, yine Yassıada mağduru,10 yıl (1950-60) İstanbul Demokrat Parti Milletvekilliği yapan büyük şair Faruk Nafiz Çamlıbel (ne yazık ki, Yassıada’daki mezalim ve aşağılamalara dayanamayıp, kahrından Yassıada’da can verdi.) bakın ne diyor Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın ardından:
Adı destanlara geçmiş her eser sahibine,
Niçin ağlar ve yanarlar ölümünden sonra?
Yaşıyor, yirmi asır var ki, baş üstünde Mesih (Hz.İsa)
Gerilip çarmıha, can verdiği günden sonra…
 
DEMOKRAT PARTİ İZMİR MİLLETVEKİLİ PERİHAN ARIBURUN’UN DRAMI
Bu muhterem paşa hanımı rahmetli (eşi dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun, sonraları Adalet Partisi Senatörü, Senato Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı)
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesine müteakip, Demokrat Parti İzmir Milletvekili Perihan Arıburun; tevkif edilip Yassıada’ya götürülürken, yine bir asker olan babasının İstiklâl Madalyası’nı göğsüne takar. Ah!..sonra olanları, yine Yassıda mahkûmlarından Demokrat Parti Milletvekili Nüzhet Ünal şu mısralarında anlatır:
Bir adam azametle giriverdi içeri,
Sanki, bir dağ başından seyrediyordu yeri.
Muzaffer bir kumandan edası gözlerinde,
Kılıncını deniyor gibiydi sözlerinde.
 
Keskin bir hareketle, birden yerinde durdu.
Göğsündeki ne? diye dönüp kadına sordu.
Sonra devam ederek, yine fiyakasına
Bunu, dedi; bir alçak takar mı? yakasına
 
Hançerlenmişti kadın en hassas yerinden
Adeta taş kesildi, o anda kederinden,
Yaralanmış gibiydi, göğsünün dört bir yanı
O derin yaralardan, akıp gitmişti kanı…
 
İşte Yassıada’lı yıllarda böyle alçakça nice olay cereyan etti. Anlatmakla bitmez! Anlattıkça, hatırladıkça hem biz dinleyenler, hem okuyanlar kahrolur. Sebep olanlara zulmedenlere Allah, cennet yüzü göstermesin!
Not: Şiirde geçen zalim, Yassıada Kumandanı Yarbay Tarık Güryay’dır.