Lise çağına kadar kaldığım dede evime gazete girerdi, dedem Mehmet Kocaırmak Muzaffer Gönen, Baki Marmara ve onların kuşağı Demokratların arkadaşı idi. 1950 öncesi Refik Saydam ve Şemsettin Günaltay’ın Başbakanlıklarını hatırlıyorum. Tabii İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının son dönemlerini.

                O dönemden bu yana çok yolsuzluk iddiaları ile karşılaştık. 1960 – 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin ardından kurulan ve nice hukuk katliamlarının yapıldığı Yassıada’daki adına ‘Yüksek Adalet Divanı’ denilen, ama gerçekte nice adaletsizliğin oynandığı bir tiyatroda merhum Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu (devlet ihalelerinden % 10 komisyon aldığı yalanı ile itham edilmişti) ve rahmetli Adnan Menderes’le beraber şahadet şerbetini içen Maliye Bakanı Hasan Polatkan (vinilex davası) haklarında bir kuruş haksız iktisap görülmemişti. Başbakanlık konutunun mutfağı için tavuk tüyü yolmak için (o zaman şimdiki gibi bakkallarda temizlenmiş tavuk satılmıyordu) alınan, faturası da olan birkaç adet  cımbızın hesabını rahmetli Adnan Menderes’ten aşağılamak için sormuşlardı. Ama onları Yassıada’ya tıkan darbecilerin isteği asılmaları oldu, bu alınları ak güzel insanların. Yassıada rezaletinde bir kuruş yolsuzlukları çıkmadı.

                Bitmedi.. Belki bu günküler kadar değil ama yolsuzlukla suçlanan bir de Tansu Çiller oldu. Politikadan ayrılmasının ve dokunulmazlığının bitmesinden sonra kimse onun bir yolsuzluk olayını ortaya koyamadı bu güne dek.

                Yıllardır AKP’ye oy vermiş biri olarak 17 Aralık 2013 tarihinde ortaya çıkan Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet olayları sonrası, sağduyu sahibi, aklını kullanan her insan gibi ben de artık AKP ile işim olmaz dedim. Bırakın oy vererek destek olmayı, elimden geldiğince ulaşabildiğim herkese durumu anlatmaya çalışıyorum. Olumlu tepkiler alacağımı umuyorum. Bunu ülkemin ve milletimin geleceği için yapıyorum. İnanın köküne kadar yolsuzluklarla bir daha karşılaşsak 17/25 Aralık’ı tutamaz.

                Bir Müslüman olarak, adaletin tesis edildiği, kimsenin kimseye inancından düşüncesinden, mezhebinden, meşrebinden dolayı tahakküm etmediği, herkesin özgürce yaşadığı, refahın da adil paylaşıldığı bir ülke istiyorum. Çok şey mi sizce? Ama ne yazık ki; tüm bunların çok büyük tehlike altında olduğunu hissediyorum.

                Biraz geriye gidelim. Biz bu ülkede boğazından bir tek haram lokma geçmemiş, ama iktidar olduğu dönem boyunca bu ülkeye taş üstüne taş koymamış çok yönetici gördük. Bırakın taş koymayı, kendilerinden öncekilerin yaptıklarını da mahvedip gittiler. Öyle oldu böyle olsun demiyorum. Suç işleyen cezasını çeksin.

                AKP’nin 13 yıllık iktidarını değerlendirirken, tek kıstas yolsuzluklar değil elbette. Daha çok canımızı sıkan AKP’nin soruşturma dosyalarını kapatması ile HSYK’ yı ele geçirip, hukuku katletmesidir. Yolsuzluklar cezasını bulur. Peki, hukukun zedelenmesini nasıl telâfi edeceğiz? O yüzden AKP’yi değerlendirirken buna bakmak gerekmiyor mu? Halk AKP’nin çürük elmalarını gayet iyi biliyor. Onların o kadar çileyi geçmişte çektikleri halde nihayet kavuşulan iktidarı lekelemelerini bu millet affetmeyecektir.

                1 Kasım atlatılsın, her şey konuşulacak, her şeyin hesabı sorulacak emin olun. İnsanımızın gerçekle yüzleşme günü geldi.    

                Son olarak. Malûm yapı yolsuzlukları bahane edip, hükümeti yıkmaya çalışıyor yalanını 2 yıldır söylemekteler. Niyet belli. Ama kaçış yok!

                Ha! 1 Kasım’da benim oyum; ülkeye hizmetten başka bir şey düşünmeyenlerin partileri olan Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve onların hem devamı, hem kökeni olan, Demokrat Parti’yedir. Biz büyük bir camiayız, Bakmayın son yıllardaki zafiyetimize. Biz Demokratların idealleri var ve ideallerimizi henüz kaybetmedik. Yüzde iki buçuk zekât miktarıdır. Şimdilik yüzde 3’ü yakalamalıyız, hazine yardımı almak için. 2016 da yine seçim var, taşların yerinden o zaman nasıl oynadığını yaşayanlar görecektir. Bu ülkenin merkez partiye ihtiyacı var ve bu parti Demokrat Partidir.

                Saygılarımla…